30 Mayıs 2010 Pazar

Eski Bir Tapınak Yazıtından (Süperr)

Gürültü, patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.

Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma,içten ol;telaşsız, kısa ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver.

Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.

Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.
İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.

İşini öyle sev ki, başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.

Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.

İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşk'a burun kıvırma sakın; o, çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.

Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.

Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.

Gürültü, patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.

Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma,içten ol;telaşsız, kısa ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver.

Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.

Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.
İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.

İşini öyle sev ki, başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.

Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.

İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşk'a burun kıvırma sakın; o, çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.

Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.

Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.

Çember Teorisi

Çember Teorisi, başlangıç ve bitiş noktalarının aynı olduğu durumu ifade etmektedir. Hayata dair yapılan herhangi bir faaliyette başlangıçtan itibaren bir ilerleme, gelişme durumu vardır. Bu gelişim doğrusal bir şekilde değil de dairesel bir şekildedir. Düşünülen nokta başlangıçtan uzaklaşıldığı, sona doğru düz bir çizgide ilerlendiğine dairdir. Çember Teorisi'ne göre başlangıç ve bitiş çizgileri aynı olduğu için sona doğru yaklaşım düşüncesi doğru, fakat eksiktir. Çünkü gelinen bu bitiş çizgisi aynı zamanda başlangıç çizgisidir. Yani faaliyete başlanan konuda asgari durum ile azami durum arasında bir fark yoktur. Çember Teorisini pratik olarak anlamak için iki örnek vermek gerekir.

ÖR.1) Zenginlik: Hiç parası olmayan bir insan zenginlik açısından sıfır değere sahiptir. Bununla birlikte çemberde ilerlemiş, son noktaya gelmiş, bütün paralara sahip bir insan da sıfır değere sahiptir. Çünkü bütün paralar (değerler) kendisinde olduğu için diğer insanlarda para (değer) yoktur. Dolayısıyla insanlar arasında para (değer) kavramı yok olmuştur. Yani aslında en büyük değere sahip olan kişi de aslında sıfır değere sahiptir.

ÖR.2) Hayat: Canlılar doğarlar, büyürler. Bir canlı doğmadan önce hayatta yoktur. Sıfır değer sahiptir. Canlı doğduktan sonra yine hayatına bir çember üzerinde devam eder. Gelişir, büyür, geriler ve sonuçta ölür. Yani çember üzerinde yol kat etmiştir aslında ama sonuçta başladığı noktaya geri dönmüş yine sıfır değere sahip olmuştur.

Murhpy Kanunları

Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.
Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.
Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.
Ne kadar beklersen bekle istendiği zaman gelecektir.
Herkese güven, sonra da kartları kes.
İki yanlış ... sadece bir başlangıçtır.
İlk denemede başarılı olamazsan, denediğini gösteren bütün kanıtları yok et.
Politikada başarılı olmak için sık sık ilkelerinin üstüne çıkman gerekir.
İstisnalar kuralı kanıtlar ... ve bütçeyi mahveder.
Başarı daima yalnızken gelir, başarısızlık herkesin içinde.
İstisnalar daima kaidelerden fazladır.
Bir kişinin fikirlerini çalmaya 'alıntı', birçok kişinin fikirlerini çalmaya 'araştırma' derler.
Sen bir yanlış yapana kadar kimse seni dinlemiyordur.
Tereddüt eden muhtemelen haklıdır.
Siz birini işe aldıktan tam bir gün sonra ideal aday iş için başvurur.
Bir şey çok gizliyse fotokopi makinesinin yanında unutulur.
Bir çocuk yetmez, ama iki çocuk da haddinden fazla çoktur.
Yere düşürdüğünüz pazar çantası, daima içinde yumurta olan çantadır.
Asla paranızın yeteceği şeyi istemezsiniz.
Bir berbere asla tıraş olmam gerekir mi diye, bir satıcıya da fiyatlarınız nasıl diye sormayın.
Araba kullanmayı öğreninceye kadar hakkıyla küfretmeyi asla öğrenemezsiniz.
Bir tarafınız ne kadar çok kaşınıyorsa elinizin ulaşacağı yerden o kadar uzaktadır.
Hayat geriye doğru anlaşılabilir, ancak ileri doğru yaşanır.
Ne tarafa gidersen git, rüzgara karşı ve yokuştur.
Yeterice bilgi toplanırsa istatistiksel metotlarla her şey kanıtlanabilir.
Hukuk hükmettikçe, kimsenin hayatı, özgürlüğü veya malı-mülkü güvenlikte değildir.
Gizli kusur asla gizli kalmaz.
Hostes kahve servisini yapar yapmaz, uçak hava boşluğuna düşer.
Her harekete karşı eşit ve zıt yönlü bir eleştiri bulunur.
Düşünmekten bıkılınca varılan yere sonuç derler.
Sınava girmeden önce notlarına bakarsan en önemli yerlerin en okunaksız yerler olduğunu görürsün.
En acemi balıkçı daima en büyük balığı yakalar.
Kendileriyle poker oynadığın insanlar karşısında asla kartlarla sihirbazlık numaraları yapma.
İhtiyaç duyduğun mal asla satışta değildir.
Telefon sen daima dış kapının önünde anahtarlarla boğuşurken çalar.
Aşk mektupları, iş anlaşmaları ve para alacağınız 3 hafta sonra gelirken, gereksiz mektuplar postaya verildiği gün gelir
Eğer işlerin ters gittiğinde çok şey kaybedeceksen, onlara çok dikkatli bak.
Şans eseri kaybedecek hiç bir şeyin yoksa rahatla.
Her şeyini şans eseri kazanmışsan, yine rahatla
Gülümse.. yarın daha kötü olacaktır.
Eğer kendini iyi hissediyorsan, üzülme bunu da atlatırsın.
Öneriler önerme.
Eğer bir şeyi, hiç kimsenin yanlış anlayamayacağı kadar açık anlatıyorsan, birileri mutlaka yanlış anlayacaktır.
Herkesin uygun bulacağından emin olduğun bir iş yapıyorsan, birileri mutlaka bundan hoşlanmayacaktır.
İşler tam da ters gitmeyeceği noktaya gidildiği zaman ters gitmeye başlar
Ne zaman işler iyi gidiyor gözükse, mutlaka bir şeyleri gözden kaçırıyorsunuzdur.
Eğer ters gitmesi olası birkaç şey varsa, bunlardan en büyük zararı verecek olan ters gider.
Bir alet düştüğünde, en zor uzanılabilecek köşeye düşer.
Bir devre ünitesinde illaki en az bir tane eski, 2 tane artık bulunmayan, 3 tane de daha yeterince geliştirilmemiş bölüm bulunmalıdır.
Bir arıza, parça son bir kez daha gözden geçirilmedikçe ortaya çıkmaz.
İnşaatçılar bilgisayar programcılarının program yazdıkları gibi inşaat yapsalardı çıkıp gelecek ilk ağaçkakan bütün uygarlığı yerle bir ederdi.
Mantık, insanın kendinden emin bir biçimde yanlış sonuçlara ulaşmasını sağlayan dizgeli bir yoldur.
Uzman, gittikçe daha az konuda gittikçe daha çok şey bilen, en sonunda da hiçbir şey konusunda kesinlikle hiçbir şey bilmeyen biri haline gelen kişidir.
Birine galaksimizde 100 milyar yıldız olduğunu söyleyin, size hemen inanır. Ona bir bankın boyasının daha kurumadığını söyleyin, mutlaka emin olmak için dokunur.
Bütün büyük buluşlar yanlışlıkla yapılır.
Hiçbir şey programın dışına çıkmadan ya da bütçeyi aşmadan bitirilemez.
Hata yapmak insana özgürdür, ama her şeyi tam anlamıyla altüst etmek için bir bilgisayar gerekir.
Bir bilgisayar programı kullanmaya başladığında artık eskimiştir.
Bir bilgisayar iki saniye içinde 20 insanın 20 yılda yaptığı kadar yanlış yapar.
İşin uzmanını seçmek istiyorsan o iş için en uzun süreyi ve en çok parayı isteyeni bulun.
Çalışan karmaşık bir sistem, her zaman, çalışan basit bir sistemden geliştirilir.
Bilgisayarlar güvenilmezdir ama insanlar daha da güvenilmezdir. İnsanın güvenirliğine dayanan sistemlere güvenilmez.
Tam anlamışla denetim altına alınmış basınç, ısı, hacim, nem ve diğer değişkenlerde bile sistem kendi bildiğini okur.
Tek mükemmel bilim geçmişle ilgili olanlardır.
Yalın kuramlar en karmaşık biçimde dile getirilir.
Teknik yeterlik derecesi yönetim düzeyi ile ters orantılıdır.
Ne zaman arabamı yıkasam yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabamı yıkamadığımda yağmur yağmaz.
Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.
Özür dilemek, izin almaktan daha kolaydır.
Uyuyan bir bebek, anne babası uykuya dalınca uyanır.
Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında burnun kaşınır.
İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.
Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar.
Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.
Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
Sinemada sıranın ortasında oturanlar salona en son girerler.
Ayağınıza tam oturan bir ayakkabı kesinlikle mağazadaki ayakkabıların en çirkinidir.
Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.
Bir şeye ulaşmak istediğinizde ve ulaşamayıp umudunuzu kestiğiniz anda,bir yerden bir şekilde size gelir.
İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.
Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.
Herhangi bir bilgide sayılar çok doğru gözüküyorsa boşuna kontrol etmeyin, yanlıştırlar.
Bir teklifin gerçek olması güvenilir olmasını gerektirmediği gibi, güvenilir bir teklifin de gerçek olması gerekmez.
Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.
Siz sınavlara istediğiniz kadar çalışın, sonunda her zaman çalışmadığınız bir yerden çıkacaktır!
Ne zaman sınavlara çalışacak olsanız uykunuz gelir, sınavdan sonra uykunuz açılır.
Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.
Sigara dumanı, her zaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.
Ne Zaman Bir şey Yapmaya Kalkışırsanız, Mutlaka Öncelikle Yapmanız Gereken Başka Bir şey Vardır
Kestirme Yol, İki Nokta Arasındaki En Uzun Mesafedir.
Teneffüste Zaman Derstekinden Daha Hızlı Akar.

Gül: Yapraklarda Yansıyan Güzellik

Gül deyince akla güzellik ve sevgi gelir yoksa gülün yapı taşları olan karbon, azot, hidrojen, ve oksijen atomları değil. Gül, madde ve mânâ ilişkisini anlamak için de güzel bir örnektir. Şöyle ki: Birbirinin tamamen aynı olan iki gül alalım, ve bunlardan birisini iyice ezerek çamur haline getirelim. Sonra da bu iki gül arasında bir fark olup olmadığını soralım. Herhalde böyle bir soru çok tuhaf bulunur, ve gülün bir parça çamur ile mukayese edilemeyeceği söylenir. Ancak gül ile onun çamur ikizi bir kimya laboratuarına gönderilecek olursa, her ikisinin eşdeğer olduğu raporu gelecektir. Yani madde olarak, bir gül ile onun ezilmesinden oluşan çamur arasında hiç bir fark yoktur. Ama bunlar farklıdır, ve aralarındaki fark madde olmadığına göre tamamen mânâdır. (Hiç kimse herhalde bunlar madde olarak aynı şeydir diye gül yerine gül çamuru vermeyi düşünmez).

Demek gülün çamurunda olmayan her özellik ve hasiyet mânâ ile alakalıdır, ve mânâsı yanında gülün maddesinin kıymeti neredeyse bir hiçtir. Yani gülü gül yapan maddesi değil, o maddede tezahür eden mânâdır. Gül adeta bir mânâ taşıyıcısıdır, ve güzel mânâlar göndermek istendiğinde akla gelen ilk şey güldür. Gülü alan kişi de gülün maddesini değil, gönderilen güzel mânâları alır ve hisleriyle masseder ve zevk alır. Tabi yanlışlıkla gözü maddeden başka bir şey görmeyen mânâdan habersiz birilerinin eline geçmezse inek veya eşek gibi.

Müsbet ilmin kaynağı gözlemdir.
Biz de gülü gözlemleyip irdeleyerek mânâ ile ilgili temel bilgilere ulaşabiliriz. Gül (veya başka bir çiçek) deyince akla ilk gelen şey herhalde “güzellik”tir. Ve biz bu güzelliği gözümüzle görürüz ama kalbimizle tanır ve hissederiz (burada elbette vücudun pompası olan fiziksel kalpten bahsetmiyoruz). Öyle görülüyor ki bu kalbin, güzelliği tadıp zevk alan bir his dili, ve güzelliği öğüten ve hazmedip tüm vücuda yayan bir güzellik midesi vardır. Bu midenin eli de görebildiği yer kadar uzun olan gözdür. Kişi güle bakmaya devam ettikçe gülün güzelliğini yemeye devam eder, ama gülden hiçbir şey eksilmez. Çünkü yediği güzellik madde değil, mânâdır. Kalben gelişkin bir insanın gözleriyle güzellik yemekten aldığı haz, ağzıyla yediği lezzetli bir yemekten aldığı hazdan daha az değildir. Bir koyun veya inek ise, ancak ağzına götürüp yerse gülden bir haz alabilir (tabi gülün dikenleri diline batmazsa). İşte insan ile hayvan arasındaki en temel fark, bu tür yüzlerce manevî hisler ve midelerdir. Yani hayvanda bir, insanda ise yüzlerce mide vardır, ve bunların biri hariç hepsi mânâ ile alakalıdır. Yoksa, bildiğimiz insan midesi ile hayvan midesi arasında pek bir fark yoktur. O yüzden yemek için yaşamak aslında insanlıktan istifa etmektir.

Gülü güzel yapan herhalde atomlarındaki güzellik değildir. Zira canlı bir güldeki bir hidrojen veya azot atomu ile ezilip çamur haline getirilmiş bir güldeki hidrojen veya azot atomu tamamen aynıdır – elmas ile grafitteki karbon atomlarının aynı olması gibi. Parçalarında olmayan bir şey bütününde olamayacağına göre (korunum kanunu), gülün güzelliği kendisinden yani maddesinden değil, dışarıdan gelir – aynen elmasın göz kamaştıran pırıltılarının dışarıdaki bir ışık kaynağından geldiği gibi. Gül ve diğer güzel şeylerin özelliği, bu güzelliği alıp yansıtabilmeleridir aynen elmasın özelliğinin ışığı alıp büyüleyici bir şekilde yansıtabilmesi olduğu gibi. Bu da evrende madde (ve zaman) ile ilgisi olmayan yaygın bir güzelliğin, ve dolayısıyla bir güzellik katmanının, olmasını gerektirir. Eski Yunanlılar bile bu mânâyı hissetmişler ki bu katmanı “güzellik tanrıçası” Venüs veya Aphrodite olarak kutsallaştırmışlardır.

Biraz dikkatle bakılırsa, gülde güzellikle beraber ilim, süsleme, sanat, tanzim etme, koruma, ve sevgi gibi madde olmayan bir çok şey açıkça görülür. Öyleyse gül, madde ve mânâ karışımı olarak şöyle ifade edilebilir:

Gül = Yaprak, koku, tohum, vs (Madde) + Güzellik, sanat, vs (Mânâ)

Gül, güzellik ve sevgi ile o kadar özdeşleşmiştir ki o nazenin yaprakları adeta atom ve moleküllerden değil de güzellik ve sevgiden dokunmuştur. Güzellik ve sevgi, sanki yapraklara bürünüp gül olarak görülmüştür. Gülde tezahür eden bu mânâları dikkate almadan onu sadece molekül yığını anlamsız bir madde olarak görmek, gözlemlerlerimizle bağdaşmaz. Hidrojen ve karbon karışımı olan bir hidrokarbon yakıtı sadece karbon olarak görmek ne kadar yanlış ise, gülü de sadece bir madde olarak görmek o kadar yanlıştır, ve bu dar bakış açısıyla gülü anlamak mümkün değildir. Bir şeyi anlamak, ancak onun maddesiyle beraber mânâsını da anlamakla mümkündür.

İL İL EFSANELER

ÇAYDA ÇIRA EFSANESİ
vakti zamanında harputta iki genç birbirlerine aşık olurlar. her gece gizlice buluşurlar. Kız bir çıra yakar böylece delikanlı aralarına giren dereye atlar kızın yaktığı çıra ile yönünü bularak kıyıya yüzer ve orada buluşurlar. Bir gün kızın babası bunu farkeder ve tam delikanlı suya atlayınca çırayı söndürür . genç yolunu bulamaz çırpınarak boğulur bunun üzerine kız da kendini dereye atar. Köyün sakinleri çıralarla gençleri arar ama cesetlerini bile bulamazlar
ÇAYDA ÇIRA EFSANESİ 2
Uluova'yı ortadan ikiye ayıran Harınget çayının kıyısındaki köyde köyün ileri gelenlerinden biri oğlunu evlendirir. şenlikler, çalgılar yemekler her şey yerindedir .DÜğünün son gününe kadar her şey iyidir hava güzeldir mehtap vardır.Ama birden ay tutulur her yer karanlığa bürünür. misafirler bunu uğursuzluk sayarlar ancak damadın annesi Pembe Ana uğursuzluğa inat birden ortaya atılır ne kadar mum varsa toplatıp tabaklara dizer oradakilerin ellerine verir kendisi de başa geçerek mumlarla oynamaya başlar çıraların ışığı çaya yansımış her yer ışıl ışıl olmuştur. Düğün de neşe içinde sürer işte çayda çıra oyunu buradan çıkmıştır.
HAZAR GÖLÜ( HAMİLE DAĞ) EFSANESİ
çok eskilerde buralarda yaşayan hamile bir kadın varmış. Dönem kıtlık devri kadın bir köye gitmiş mis gibi ekmek kokuları çarpmış burnuna.dayanamamış oradki evlerden ekmek istemiş ama çok cimri olan bu köy halkı ekmek vermemiş bunun üzerine kadın elini evlerin eşiğine koyup "inşallah bu köy su keser ben de taş keserim" diye beddua edince allah duasını kabul eder ve köy sular altında kalır. kadında dağa dönüşür. hazar baba olarak da bilinen bu dağ elazığ'ın her yerinden görünürve gerçektende saçları yüzü karnı ayakları hatta elbisesininkırışıklarıyla tam bir kadın görünümündedir .Batık şehir hakkında da çalışmalar yapılmaktadır sular çekilince zaman zaman şehir ortaya çıkar EVLİYA ÇELEBİ buranın ticaretle uğraşan gayri müslim bir köy olduğu ve kilisesinde mumyalanmış bir eşek olduğunu eserinde belirtmiştir.
SÜT KALESİ
Harput'un simgesi olan bu kalenin efsanesi şöyle anlatılır:
çok eski zamanlarda bu topraklarda çok zengin bir hükümdar hüküm sürermiş. Koyun ve keçileri öyle bolmuş ki sütlerini tüm halka dağıtır yine bitiremezlermiş. hükümdar harput'un en yüksek ucuna bir kale yaptırmaya karar verir ama şans bu ya kıtlık olur. içmeye su zor bulunur. bunun üzerine kaleyi yapmaya kararlı hükümdar çobanlarına emreder tüm sütler kaleye getirilir ve harcı sütle hazırlayarak kaleyi bitirirler bu yüzden kalenin beyaz ve dayanıklı olduğu söylenir. bir inanışa göre kalenin dehlizlerinden birinde tavana bir kılla bağlanmış gügüm vardır o düşene kadar kale ayakta kalacaktır.
ULU CAMİ MİNARESİ VE KARADUT AĞACI
Ulu camii bahçesinde bir kandil akşamı iki arkadaş oturmaktadır. Bazı sesler duyan arkadaşlardan biri şöyle der korkuyla: caminin bahçesinde mihrabın hemen önünde bulunan dut eğacı eğilip kalkıyor secde ediyor.
Diğer arkadaş hayretle: ben de minareyi eğilip kalkarken gördüm der. iki arkadaş korku içinde oradan uzaklaşırlar ancak sırları ortaya çıkan minare ve ağaç eğik secde halinde kalırrlar.
Minare sonradan onarılsa da yine eğilmiştir gelip eğik minareyi ve karadut ağacını ziyaret edebilirsiniz...

ORDU-Gelin Kayaları Efsanesi

Melet Irmağına doğru inen sarp tepenin, ormanlarla örtülü yamacında çok fakir ve yaşlı biri varmış. Melet, kenarındaki değirmenlere gidemeyen köylülerin zahralarını avlusundaki ufak dibek taşında öğütür, geçimini bu suretle sağlarmış. Bazı rivayetlere göre. bu öğütücü bir kişi tarafından döndürülebilen, çevre halkının "El Değirmeni" dediği cinsten bir taş değirmeni imiş. Günün birinde, yaşlı değirmencinin kızını, uzaktan bir köyden bir gence istemişler. Hayırlısı olsun, deyip evlendirmişler. Çeyiz olarak, elinde, avcunda ne varsa kızına vermiş. Düğüncüler, gelinin eşyalarını atlara yükleyip, oğlan, evine doğru yola çıkacakları zaman, gelin etrafı söyle bir süzmüş. Avlunun bir kenarında duran babasının ekmek teknesine, kendini bugünlere getiren el değirmenine gözlerini dikmiş,

Kızının bu halini güren babası, yanına yaklaşmış:

- "Kızım, değirmen tası bizde kalsın."

diyecek olmuş. Düğün alayının ileri gelenleri durumu kavramışlar.

İçlerinden biri:

- Emmi veriver şu değirmen taşını kızınada, biz de yola düzülelim.

Yaşlı baba:

- Olmaz, o bana lâzım.

Onunla geride kalan çoluk çocuğumun nafakasını sağlayacağım, veremem, diyerek karşı koymuş.

O sırada, yeni gelin :

- Babam benden bir taşı esirgiyor. Ben de onsuz gelin gitmem. Diyerek boynunu büküp, oturuvermiş kapının önüne.

Düğüncüler yaşlı babanın geçimini nasıl sağladığını bilmediklerinden, bu değirmenin aile için ne derece kıymetli olduğunu kavrayamamışlar., işi, basit bir "gelin eşyası" bir taş olarak görmüşler, içlerinden biri:

- Hadi, emmi bu kadar da nekeslik etme. Alt tarafı iki taş parçası bunun... insan kızından bunları esirger mi?.. Bak, o da yurt-yuva sahibi oluyor. Yolumuz uzun, bekletme bizi., diyerek, değirmen taşlarnı omuzlayıp, yanındaki hayvana yüklemişler. Zavallı baba, bu durum karşısında ısrarın faydasızlığını anlayarak, boynunu bükmüş. Kendisinin nekes tanınmasına mı, o yaşlı haliyle çoluk - çocuğuna değirmensiz nasıl bakacağına mı üzülsün?. Kala kalmış, ortalıkta. O sırada, önde davul - zurna, arkada at sırtında gelin; köylüler, eşya yüklü atlarla düğün alayı, dimdik sırta doğru yola koyulmuşlar. Yaşlı gözlerle kafileyi izleyen babanın tâ... yüreğinin derinliklerinden bir tel kopmuş sanki... Derin bir ah... çekli, aklıyla mı, gönlüyle mi, bilinmez seslenivermiş, davullu alayının ardından:

-Bir taşı bize çok görenleri Allah ne etsin... Hepiniz taş olun taş.

Ertesi gün, karşı tepelerden be geçeye bakanlar, Melet ırmağına doğru inen dik bir yamacın, bıçak gibi çıkıntılı bir kısmında, acayip şekilli kayalar görmüşler. Daha düne kadar ormanlık olan bu yamaçta kayaların bulunuşundan ziyade, görünüşleri onların şaşkınlığa düşürmüş. Çümkü, bu kayalar sanki bir kafilenin heykelleşmiş şekline benziyormuş. Atıyla yaylısıyla, dzvullu - zurnalı bir gelin alayının tıpkısıymış. Yılların yağmuru, karı ve fırtınalarına rağmen, bozulmayan şekilleriyle günümüzde dahi görenleri şaşkınlığa düşüren bu kayaların etrafı koyu bir yeşillikle çevrilmiştir. Yılların yağmuru, karı ve fırtınalarına rağmen, bozulmayan bu kayaların etrafı koyu bir yeşillikle çevrilmiştir.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Çok Garip Yasaklar

Ağaca tırmanmak yasaktır. (Kanada-Oshawa)

Ana caddede tıraş olmak yasaktır. (ABD-Mississippi)

Araba kullandığınız zaman gömlek giymek zorundasınız. (Tayland)

Arabasının altında birinin bulunduğunu gören sürücünün otomobilini çalıştırması yasaktır. (Danimarka)

Ayakkabıyla uyumak yasaktır. (ABD-Oklahoma)

Bank Street’te pazar günleri dondurma yemek yasaktır.(Kanada-Ottowa)

Banyoda şarkı söylemek yasaktır. (ABD-Pennsylvania)

Berberlerin çocukların kulağını kesmesi yasaktır. (ABD-Indiana)

Birine yılan atmak yasaktır. (ABD-Ohio)

Birisinin arkasından konuşmak ve dedikodu yapmak illegaldir. (ABD-Indiana)

Buzdolabının kapısı açıkken önünde uyumak yasaklanmıştır. (ABD-Pennsylvania)

Çocukların sigara satın alması yasak, içmesi serbesttir. (Avustralya)

Çorbayı höpürdeterek içmek yasaktır. (ABD-New Jersey)

Demiryolunda öpüşmek yasaktır. (Fransa)

Domuzlara “Napolyon” isminin verilmesi yasaktır. (Fransa)

Eşeklerin banyo küvetinde uyuması yasaktır. (ABD-Arizona)

Etek giyen erkekler tutuklanır. (İtalya)

Evde içki içmek yasaktır. (ABD-Indiana)

Hollywood Bulvarı’nda 2 binden fazla koyun varsa araba kullanmak yasaktır. (ABD-Hollywood)

İç çamaşırsız gezmek yasaktır. (Tayland)

İnek sahiplerinin sarhoş olması yasaktır. (İskoçya)

Kadınların toplu taşım araçlarında çikolata yemesi yasaktır. (İngiltere)

Kapılar ve pencereler pembe renkte olmak zorundadır. (Kanada-Kanata)

Kapınızı çalıp sizden “klozetinizi isteyen birini” içeri almak zorundasınız. (İskoçya)

Koleje gitmek için entelektüel biri olmak zorundasınız. (Çin)

Kuaförde saç kurutucusunun altında uyuyan kadın ve salon sahibi para cezasına çarptırılır. (ABD-Florida)

Lolipop yemek yasaktır. (ABD-Washington)

Metroda sakız çiğneyen tutuklanır. (Singapur)

Otomobilinin karşısına at arabası çıkan sürücü, otosunu kenara çekmek zorundadır. (Danimarka)

Patikada sağ elinin üzerinde amuda kalkarak yürümek yasaktır. (Avustralya)

Pazar günleri balık avlamak yasaktır. (İskoçya)

Pazar günleri pembe pantolon giymek yasaktır.(Avustralya-Victoria)

Pazar günü çamaşır asmak yasaktır. (İsviçre)

Polisler, ikaz etmek amacıyla köpekleri ısırabilir. (ABD-Ohio)

Sanık sandalyesinde ağlamak yasaktır. (ABD-Los Angeles)

Tropikal balık satıcıları hariç Kadınların halka açık yerde üstsüz gezmesi yasaktır. (İngiltere-Liverpool)

U dönüşü yapmak yasaktır. (ABD-Texas)

Yağmur yağarken çimler sulanamaz. (Kanada)

Yong Caddesi’nde ölü atları pazar günü sürüklemek yasaklanmıştır. (Kanada-Toronto)
40 Sayısının Gizemi
Hemen hemen bütün kültürler sayılarla ilgilenmiş, hatta sayıların yaşamdaki rollerini biraz da abartmışlardır. Filozoflar da her şeyi sayı ile açıklamaya çalışmışlar, sayıların gizli, ahlaki ve sembolik güçleri olduğunu, alemin bile belirli sayısal ilişkilere göre yaratıldığını ileri sürmüşlerdir.

'1' sayısı tekliği ve yaratanı simgelediği için bütün inanç sistemlerinde kutsaldır. Günümüzde pek bilinmese de tarih boyunca çeşitli toplumlarda '3' mükemmelliğin, '5' yaşam ve sevginin, '72' bolluğun sembolü olmuşlardır.

'7' sayıların en kutsalıdır. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile Güneş ve Ay'ın toplam sayısının yedi oluşu, Tevrat'ta Tanrının evreni altı günde yaratıp yedinci gün de dinlendiğinin belirtilmesi '7' sayısına gizemli ve uğurlu bir sayı olarak bakılmasına sebep olmuştur. Göklerin yedi kat oluşuna olan inanış, müzikteki ana nota ve ana renklerin, haftanın günlerinin yedi tane oluşu, Roma'nın, İstanbul'un yedi tepe üzerinde kurulmuş olmaları, bu sayının gizemini iyice arttırmıştır.

'12' sayısının gizemi gökyüzündeki on iki yıldız grubundan (burcundan) geliyor ama bu sayının asıl özelliği 2, 3, 4, ve 6 ile bölünebilmesi ve eski çağlarda en çok kullanılan sayı birimi olmasıdır. '12' sayısı bugün bile düzine adıyla sayı birimi olarak kullanılırken katları 24, 60 ve 360 da zaman ve açı birimleri olarak kullanılıyorlar.

'40' sayısı ise daha ziyade İslam toplumunun günlük yaşamında en çok kullanılan sayıdır. İçinde kırk sayısı geçen isim ve deyimlerin bazıları şunlardır: Kırkpınar, kırk haramiler, kırk-ikindi yağmurları, kırk dereden su getirmek, kırk bir kere maşallah, kırk ev kedisi, kırk para, kırk yılın başı, kırk yılda bir, kırk yıllık dost. kırk katır mı-kırk satır mı, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının olması...

Kırk sayısının özel ve uğurlu bir sayı olduğuna, bazı tabiat varlıklarını temsil ettiğine çok eski çağlardan beri inanılır. Dinde, matematikte, astronomide, astrolojide, edebiyat ve tasavvufta ayrı ayrı anlamlan vardır.

Kırk sayısı eski Mısırlılarda gök varlıklarının kendi yörüngeleri üzerindeki dönüm sürelerini gösterir. Tevrat'ta da insanın yaş dönemlerini belirtir. Muhtemelen 'kırkından sonra azmak' veya 'kırkından sonra saz çalmak' deyimleri de buradan kaynaklanır.

Eski doğu ülkelerinde, Hindistan'da ve Türklerde büyük önem taşıyan kırk sayısı sonradan İslam inançları içersine girdi. Kırk sayısı Kuran'da ve onun hükümlerine dayanan hadislerde de geçer. Bunların biri de insanın 40 yaşında olgunlaşması ile ilgilidir. Hz. Muhammed'e 40 yaşında peygamberlik verilmesi, İslam dininin doğuşu sırasında ona ilk bağlananların kırk kişi olması, kadınlarda hamileliğin 40 hafta sürmesi de bu sayının kutsallığına olan inancı geliştirdi. İnsanın malının kırkta birini zekat olarak vermesi de bununla ilgilidir.

Ayrıca, insanlar tarafından Nuh tufanının 40 gün süren yağmurlardan sonra oluştuğuna, Tanrının Hz. Adem'in çamurunu 40 gün yoğurduğuna, dünyanın sonu yaklaştığında Mehdi'nin kıyametten önce 40 yaşında ortaya çıkacağına ve kırk yıl yeryüzünde kalacağına inanılır.

Doğum yapmış kadınların çocukları ve ölüler için doğumdan ve ölümden sonra, 40 gün geçmesi daha sonra şerbet ve lokma dağıtılması ile 'kırkı çıkmak' deyiminin kullanılması da 40 sayısının özelliğine olan inançla ilgilidir.[1]

İlginç Bilgiler

1 saat süreyle kulaklıkla bir şey dinlemek, kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırır.
1878 yılının Şubat ayında Connecticut New Haven'de yayınlanmıştı.
1950'den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marihuana yaprağı kullanılarak yapılırdı.
ABD'de bir yıl içinde sadece 2 gün profesyonel spor karsılaşması oynanmıyor.
ABD'de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.
Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.
Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı.
Amerika'da yaşayan erkeklerin %38'i, Afrika'da yaşayan erkeklerin ise %28'i bakir.
Aralık ayında diğer aylardan daha fazla gebe kalınıyor.
Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.
Bir bardak taze şampanyanın içine bir kuru üzüm atarsanız, üzüm asansör gibi bardağın altından üstüne üstünden altına sürekli dolaşır.
Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır.
Bir fare bir deveye oranla daha uzun süre susuzluğa dayanabilir.
Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.
Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.
Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir.
Bozulmayan tek gıda maddesi baldır.
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya'nın Ishigaki Adası'nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika'dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
Charles Dickens, uykusuzluk hastalığına yakalanmıştı. Sadece yüzünü kuzeye dönerse uyuyabileceğine inanıyordu.
Coca Cola piyasaya ilk çıktığında yeşil renkteydi.
Çakmak kibritten önce bulunmuştur.
Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve sinir sistemine zarar verir.
Çok şiddetli hapşırmalarda kaburga kemiklerinden biri kırılabilir. Hapşırma engellemeye çalışıldığında ,baştaki veya boyundaki damarlardan biri yırtılabilir ve bu durum ölümle sonuçlanabilir.
Daktiloyla yazılan ilk roman Tom Sawyer'dir.
Dişçiler diş fırçalarının tuvaletten en az iki metre uzakta tutulmasını tavsiye ediyorlar, sıçrama nedeniyle havaya karışan partiküllerden fırçanızın korunması için!!
Domuzlar vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamazlar.
Donald Duck çizgi filmleri Finlandiya'da yasaklanmıştır. Nedeni, kahramanların don giymemesidir.
Dünya Televizyonlarında prime time'de gösterilen ilk çizgi film, Taş Devriydi
Dünyada her dakika iki tane düşük şiddette deprem olmaktadır.
Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.
Dünya'nın en genç ailesi 1910'da Çin'de kuruldu Erkek 8 Kız 9 yasındaydı.
Eğer ağzımıza attığımız bir şeye tükürüğümüz değmese, onun tadını anlayamayız.
Eiffel Kulesi'nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak var.
Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır. Ailesi onun özürlü olduğunu düşünmüştür.
En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa'dır.
Erkek peygamber devesi, dişinin kokusunu 7 mil öteden duyabilir.
Erkekler, küçük yazılmış yazıları kadınlardan daha iyi okuyor.
Evinizdeki toz parçacıklarının büyük çoğunluğu ölmüş deri dokusudur.
Fareler ve atlar kusamazlar.
Geçen 3 bin 500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.
Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde “başkent” anlamına gelir.
Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.
Günümüzde, evlenenlerin yarısı boşanmaktadır.
Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.
Her 25 kişiden biri astım hastasıdır.
Her gün doğan çocukların ortalama 12'si yanlış anne babaya verilmektedir.
Her iki taraf da kan bağışında bulunursa, Paraguay'da düello yapmak yasaldır.
Her insanın dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır..
Hiçbir kağıt parçası 8 defadan fazla ikiye katlanamaz!!
Hindistan'daki yıllık doğum sayısı, Avustralya'nın toplam nüfusundan fazladır.
İdrar, zifiri karanlık da parlar.
İnci, sirkeye konulursa erir.
İngilizce'deki Wendy ismi, Peter Pan hikayesinde kullanılmak üzere uydurulmuştur.
İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.
İnsan midesi 2 haftada bir iç zarını yenilemek zorundadır; aksi halde kendi kendini sindirir.
İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir.
İnsanların kendi dirseklerini yalaması imkansızdır.
Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır.
Kanada, Kızılderili dilinde “büyük köy” anlamına gelmektedir.
Kapadokya'nın kelime anlamı 'Güzel Atlar Diyarı'dır.
Kaptan Cook, Antarktika hariç bütün kıtalara ayak basan ilk insandır.
Katil balinalar, köpekbalıklarının midesine alttan torpil gibi vurarak onları öldürür.
Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.
Kış aylarında, Moskova'daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alanı kaplar.
Kadınlar erkeklerden daha iyi duyuyor.
Kupa papazı bıyıksız olan tek papazdır!!
Kurşun geçirmez yeleği, yangın çıkışını, cam sileceğini ve lazer yazıcıyı kadınlar icat etti.
Lübnan'da dişi bir hayvanla cinsel ilişkiye girmek serbesttir, ama erkek hayvanla yasaktır.
Marilyn Monroe'nun altı ayak parmağı vardı.
McDonalds'ın kârının yüzde 40'ı çocuk menusu satışından gelir.
Meşe ağaçları elli yaşından önce palamut vermez.
Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.
Norveç'in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gündüz güneşli geçer.
Ortalama bir erkek, hayatının 3350 saatini tıraş olmak için harcar.
Ördeklerin 'vak vak'laması, yankı yapmaz. Bu durum henüz açıklanamamıştır.
Parmak izleri gibi dil izleri de her insan için benzersizdir.
Rodin'in ünlü ‘Düşünen Adam' heykeli, aslında İtalyan şair Dante'nin portresidir.
Rusya'da doğudan batıya doğru seyahat edilirse, yedi saat kuşağı geçilir.
Rusya'nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır.
Sabahları elma, kahveden daha fazla uykunuzu açar!
Sahra Çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.
Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir.
Sihirli sözcük ‘abrakadabra' ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylenmişti.
Sivrisineğin kulağımıza işkence gibi gelen vızıltı sesi onun saniyede 500 kez kanat çırpması yüzünden oluşur.
Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovmuyor. Sizi gizliyor.Sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamamalarını sağlıyor...
Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altın 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulunmaktadır.
Tarihi film Ben Hur'da çekim ekibinin fark etmediği kırmızı bir otomobil görünür.
Uranüs, çıplak gözle görülebilen bir gezegendir.
Üzerinde barkodu bulunan ilk ürün Wrigley's marka sakızdı.
Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.
Yarım kilo kadar çikolata küçük bir köpeği öldürebilir.
Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.
Zeki insanın saçında daha fazla çinko ve bakır bulunuyor. Dolayısıyla daha parlak oluyor.
Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.

Esrarengiz Elyazması: Voynich Kitabı

Yale Üniversitesi kütüphanesinde yıllardır çözülmeyi bekleyen bir sır var. Bir el yazması olan bu sırrın yazarı belli değil. Hangi dilde yazıldığı da henüz çözülememiş. Bu bakımdan içeriği hakkında yalnızca fikir yürütebiliyoruz. Kaynağı da belli olmayan bu "sır"rın ne söylediği belli değilken, gökyüzüne dair çizimleri de bilim adamlarının merakını cezbediyor. Nedeni ise, bu denli çok gökyüzü çiziminin bulunduğu ancak kitabın dilinin çözülmesi ile öğrenilebilecek. Gizemlerle dolu bu kitap, geçmişte bir imparator tarafından satın alınmış; ancak yıllarca bir kütüphane rafında unutulmuş. Yale Üniversitesine ulaşmadan önce değişik ellerde binlerce dolara satılmış. Uzmanlar, bu gizem dolu kitabın 15. yüzyılda yazıldığı kanısında. Yaklaşık 200 sayfadan oluşan ve meraklıları arasında "Voynich Elyazmaları" olarak bilinen bu eser, 1912 yılında yeniden "keşfeden" bilimadamının adını taşıyor. Burada kitabın Güneş sistemimiz ile ilgili olduğu sanılan bir çizimini görüyorsunuz. Burada gösterilen bazı takımyıldızlara bugünkü bilim insanlarının pek âşinâ olmayışı, kitabın "gizemini" pekiştiriyor. Çağdaş astronomi tarihçileri, Yale'in Nadir Kitaplar Koleksiyonu'nda MS 408 kodu ile saklanan bu esrarengiz kitapta gösterilen takımyıldızları tanımlayamıyor olmayı, gelişmiş kod çözücülerin kitabın dilini çözememiş olması yanında ihmal edilebilir bir beceriksizlik olarak görme eğilimindeler. Yine de bu esrarengiz kitap gösteriyor ki, bilim sadece gökyüzünde bekleyen dev gizemlerle değil, kendi küçük Dünya'mızdaki esrar ile de uzun zaman uğraşmak zorunda
Kripto analizistler, Roma'da bulunan 500 yıllık Voynich el yazmalarının, iki farklı dil ve karmaşık bir kodlama sistemiyle yazıldığını söylüyor. Şifresi hâlâ çözülemeyen defterdeki astronomi çizimleri, akla uzaylıları getiriyor! Çünkü Hubble teleskopunun fotoğrafını yeni çekebildiği Girdap Galaksisi, defterde ayrıntılarıyla resmedilmiş. Ayrıca Voynich'in 'botanik' bölümünde resmedilen bitkilerin hiçbiri dünyada bulunmuyor!.
Bu el yazması adını, onu 1912'de Roma yakınlarındaki Mondragone'de bir villada bulan antika kitap koleksiyoncusu Wilfrid M. Voynich'ten alıyor. Şu an ABD'deki Yale Üniversitesi'nin 'Nadir Kitaplar Koleksiyonu'nda MS 408 koduyla kayıtlı bulunuyor. Araştırmalar, Voynich'in 15. yüzyılda yazıldığını gösteriyor. Peki sırrı hâlâ çözülememiş bu garip defterin içinde ne yazıyor? Bu soruya ne bizim ne de kripto analizistlerin verecek tatminkar bir cevabı var. Çünkü yapılan tüm denemeler, hatta şifrecileri motive etmek için açılan yarışmalara rağmen, Voynich'i hiç kimse 'tercüme' edemedi. "Tercüme" diyoruz; çünkü istatistiksel dil analizlerine göre Voynich, doğal dil özellikleri sergiliyor. Kripto analizistler, 19 ve ya 28 harfli (bu konuda bile emin değiller) bir alfabenin iki farklı dil ve karmaşık kodlama sistemiyle yazıldığını düşünüyor. Fakat kullanılan yöntemin, hiçbir Avrupa dil harf sistemiyle ilgisi olmadığı öne sürülüyor.

İşte bu noktada, İngiliz UFO araştırmacıları devreye giriyor. Hemen her şeyi "tanımlanamayan uzay cisimleri"yle açıklamayı adet edinmiş grup, Voynich'in başka yıldızlardan gelen misafirlerden ilham alan bir 'dünyalının' kaleme aldığını iddia ediyor. Üstelik tezlerini desteklemek için gösterdikleri 'kanıtlar,' en inatçı bilim adamını bile şaşırtılıyor. Örneğin Voynich'te bulunan bazı takımyıldız çizimlerine bugünkü astronomların çoğunun aşina olmayışı, gizemini bir kat daha arttırıyor. Ee, ne yapıyoruz şimdi? Voynich'in 500 yıllık bir yalan mı, yoksa dünya dışı kökenli bir bilim kitabı olduğuna mı inanacağız? Siz istediğinize inanın. Ama şüpheciliğin kalın zırhına saklanıp, kolaya kaçmadan... Zira "aksi ispatlanmadığı müddetçe her şey doğrudur" varsayımı bizim aklımızı karıştırdı.

Laboratuarlarda yapılan testler, Voynich el yazmasının 16'ncı yüzyıla ait olduğunu gösteriyor. Deşifre biliminin bu en ilgi çekici bilmecesinin, 1552- 1612 arasında yaşayan Bohemya Kralı II. Rudolph'un koleksiyonundan çıktığı öne sürülüyor. Fakat defter için, "13'üncü yüzyıla ait" diyenler de bulunuyor. Yaklaşık 15x23 santim boyutlarında olan Voynich el yazması, yaklaşık 246 sayfadan oluşuyor. Bunların 212'sinde metinlere; kırmızı, mavi, kahverengi ve yeşil renklerin kullanıldığını illüstrasyonlar eşlik ediyor. İyi de, bu defterde ne yazıyor?

Kripto analizistleri, kullanılan şifreyi çözemediği için, sadece içeriği hakkında fikir yürütebiliyoruz. Fakat içindeki teleskopla uzaya ya da mikroskopla hücrelere bakılarak çizilmiş gibi görünen illüstrasyonlardan yola çıkarak, defterin bir bilim kitabı olduğu bildiriliyor. Herkesin hemfikir olduğu bir konu var: Voynich, beş bölüme ayrılıyor. İlk ve en geniş bölüm 130 sayfa içeriyor. Bu sayfaları, botanik kitaplarındaki gibi bitki çizimleri renklendiriyor. İlginç olan şu: Defterde resmedilen bitkilerin hiçbiri, dünyada bulunmuyor. 26 sayfalık ikinci bölüm astronomiye, üçüncü bölüm ise 'biyoloji'ye ayrılmış. Dördüncü bölümün ise farmakolojiyi, yani ilaçların etkisini ve kullanılışını inceleyen bilim dalını incelediği belirtiliyor. 23 sayfalık son bölümde hiç çizim kullanılmadığı, sadece her paragraf bir yıldızla işaretlendiği için hiç kimse fikir yürütemiyor.

Walt Disney'in Gizemli Yüzü

Dan Brown DA VİNCİ ŞİFRESİ adlı romanında, Walt Disney'in gizemli yönlerinden söz ediyor. Romanın ana fikri olan ‘Kutsal Kase'yi anlatırken, günümüze kadar gelen pek çok sanat, edebiyat ve müzik eserinin gizlice Magdala'lı Meryem'le İsa'nın hikayesini anlattığından söz ediyor.

Da Vinci, Boticelli, Poussin, Bernini, Mozart ve Viktor Hugo'nun yasaklanan kutsal dişinin arandığını fısıldadıklarından da söz ederken; Sir Gawaine Yeşil Şövalye, Kral Arthur ve Uyuyan Güzel gibi efsanelerin kase alegorileri olduğu konusunda oldukça iddialı. Viktor Hugo'nun Notre Dame 'ın Kamburu e Mozart'ın Sihirli flütü, Mason sembolleri de yine Kase sırlarıyla dolu…

Dan Brown'a göre, Walt Disney'in tüm yaşamındaki çizgi filmlerinde satır aralarında Kase öyküsünü gelecek nesillere aktarmaya çalışmış. Disney bu nedenle, modern zamanın Leonardo da Vinci'si diye övülmüş. Her iki sanatçı da yaşadıkları zamanın ötesine taşan birer sanatçı, gizli cemiyet üyeleri ve en önemlisi şakacı insanlar. Leonardo gibi Walt Disney'de sanatına gizli mesajlar ve semboller yerleştirmeye çok seven bir gizemci…
Eğitimli simge bilimci gözüyle Walt Disney
Eğitimli bir simge bilimci, eski Disney filmlerini seyrederken bir sembol ve mecaz yağmuruna tutulduğunu hissedebilir diyen Dan Brown açıklamalarını romanının kahramanı Robert Langdon'un ağzından şöyle anlatıyor:

"Disney'in çoğu gizli mesajı din, pagan mitleri ve eziyet gören tanrıça öyküleriyle ilgili olurdu. Disney'in Sindrella, Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses gibi masalları yeniden ele alması bir tesadüf değildi. Hepsi de kutsal dişinin hapsedilmesini anlatıyordu. Ayrıca Pamuk Prenses'teki sembolik elmanın (zehirli elmadan ısırık alan prensesin kendinden geçmesi) Hava'nın Cennet Bahçesi'nden kovulmasına açık bir gönderme olduğunu anlamak pek de zor değildi."

Gül Sembolü
Uyuyan Güzel'deki Prenses Auroranın ise, şifreli ismi “Gül” idi ve onu kötü cadıdan korumak için ormanın derinliklerinde saklanıyordu. Bu çocuklar için yazılmış bir Kase öyküsüydü.

Disney'in şirket imajına karşın, çalışanlarının eğlenceli bir yanı vardı ve sanatçılar Disney ürünlerine gizli semboller karıştırmaya bayılırlardı. Langdon öğrencilerinden birinin aslan Kral DVD'sini sınıfa getirdiği günü unutamıyordu. Küçük Denizkızı'ndaki dini semboller tanrıça ile öylesine özdeşleşiyordu ki, tesadüf olması mümkün değildi.

Langdon, Küçük Denizkızı'nı ilk gördüğünde, Ariel'in denizin altındaki elindeki resmin, on yedinci yüzyıl sanatçılarından George de la Tour'un Tövbekar Magdalalı Meryem'e hürmeten yapılmış ünlü bir tablosunun aynısı olduğunu ve tüm dekorun doksan dakika boyunca açıkça İsis'in, Hava'nın, balık tanrıça Pisces'in ve tekrar tekrar Magdalalı Meryem'in kutsallığına sembolik göndermeler yaptığını fark edince nefesi kesilmişti.

Küçük Denizkızı'na verilen Ariel isminin kutsal dişiyle güçlü bağları ardı ve İşaya Kitabı'ndaki “kuşatma altındaki Kutsal Şehir” ile aynı anlamdaydı. Ve elbette Küçük Denizkızı'nın dalgalanan kızıl saçları bir tesadüf değildi…

İşte Walt Disney'in gizemli öteki yüzü…

Disney filmlerindeki bu gizli sembolleri anlamaya çalışarak, onları seyretmek oldukça heyecan verici…

Secret'in Sırrı

Bir süredir “Secret” rüzgarı esiyor. Anlamı: SIR. Sırların en büyüğü deniyor. Bu sırrı bilenlerin büyük ve ünlü tarihi kişilikler olduğu anlatılıyor. Zengin insanların, başarılı insanların, bu “Sırrı” bildiği ama söylemediği, bu nedenle sahip oldukları herşeyi kendilerine çektikleri anlatılıyor. Buna “Çekim Yasası” diyor kitap.

Fikir başta çok tanıdık geliyor. Bizim gibi doğu ve batı arasında neredeyse her çeşit dini görmüş, felsefe akışlarıyla ve ruhsal öğretileriyle yoğrulmuş bir toplum, temelde İslam hakim olsa da Fas’tan ya da Libya’dan ya da Fransa’dan daha farklı bir şekilde hayata daha zengin bakma şansı yakalar.

Toplumsal adetlerimizde dua vardır, kişi inandığı Yaratıcısına dönüp talepte bulunur. Bu talep kişisel olabilir ya da sevdiklerinin, insanlığın yararına olabilir. Yine ananelerimize göre dua kabul edilirse kişi memnun olur, ancak edilmezse isyan etmeyi, yakışıksız ve çirkin bulur. Çünkü bu duanın kabul edilmemesinin de büyük bir hikmeti olduğunu kabul eder.

İş, “Secret / Sır” kitabına gelince, kitap bir manyetik çekim alanı gibi düşüncenin olay ve enerjiyi toparlayıp somut dünya verilerine çevirdiğini anlatıyor. Kısacası “Sen konsantre ol, sadece olumlu düşün, olsun” diyor. Ancak bir farkla ki bu isteğin evrene yapıldığını ve evrenin cevap verdiğini anlatıyor.

İşin neresinden tutsam diye baktığımda, gerçek işleyişten anlaşılan kısmın, çok az olduğunu üzülerek görüyorum. Mevlana’nın büyük Mesnevisi’nden bir satır alıp, bir felsefe kurmaya çalışmak kadar hatalı bir taktik.

Ya da Aerodinamik yasasını bulanların kanadın üstünden ve altından geçen rüzgarın hızının farklılığı nedeniyle, uçağın uçtuğunu anlamadan, uçmak için sadece hızın yeterli olduğunu sanmaları ve yeni uçaklar tasarlamaları gibi.

Gelin, doğru bildiklerimize bakalım. Evrenden talep edip her şeyi çektiklerini düşünenenler, ilk önce şunu anlamalıdırlar. İnsan evrende bir zerredir. Evrenin hizmetinde bulunan parçalardan biridir. Evren madem böylesine zeki bir yaşam formunu meydana getirmiştir. Öyleyse evren, insandan daha zeki bir organizmadır. Bu organizma ölçüye sığmaz bir büyüklükte bir beden ve zihin ağından oluşmaktadır. Makroda da, mikroda da evren vardır.

Çekim yasası evrensel bir yasadır. Bakın Newton tarafından formülüze edilen kütle çekim yasası insan olaylarına uygulanırsa

Çekim=

insanın zihinsel çekim enerjisi x çekmek istediği şeyin kütlesel enerjisi
———————————————————————–
ikisi arasındaki mesafenin karesi

Formülü iyice inceleyin. Daha önce gelmeyen herhangi bir arzu nesnesi, bir araba, ev, sevgili vb. denklemde insanın çekim enerjisi arttırılarak çekilebilir mi?

Evren, elbette sahipsiz ve başıbozuk olaylar zincirinden oluşmaz. Aramızdan yüz milyon kişi ölürcesine bir tutkuyla, Ayın yörüngesinden çıkıp Mars’ın uydusu olmasını istese de bu olmaz. Çünkü talep ve arz, isteyen ve verenin bütünleşmesi ile gerçekleşir. Sevgi ve saygı ile birleşen mikro ve makroyla. Gözü dönmüş bir “ben tutkusuyla”, “benliği doyurma telaşıyla” bunun arasında büyük bir fark vardır.

“Evren istemedikçe sen isteyemezsin, senin istemen de onun desteğiyledir. Çünkü senin kontrolünde olmayan milyarlarca hücrenin düzgün yaşaması çevrendeki faktörlerin hep yaşayabileceğin seviyede tutulması evrenin işidir.”

İnsan, kibrinin ve bencil taleplerinin elinde esir olmadan durup bakmalıdır. “Yaşamın bu büyük akışında ben neden bunu istiyorum? Gerçekten bu hırsımın, sahip olma hırsımın, bu sonsuz arzu batağının beni çektiği yer neresi? Neden mutlu olmak için buna ihtiyaç duyuyorum?”

Bilgelik her istediğini talep eden ve onun peşinde koşan insanlara değil, isteğin ne olduğunu anlayanlara gelir. Onlar da çekim yasasını kendi keyiflerinin merkezinde ve sınırsızca değil, bir başka insana, ihtiyaç sahibine, yaralı bir canlıya ve dünyaya hizmet etmek için kullanır. Kendileri için istemezler demiyorum. Bu da uç bir yönelim olur. Fakat istedikleri gerçek ihtiyaçlardır. Çünkü bir doğa olayı gibi kendiliğinden en güzel olana yönelirler. Büyük çarktaki yerlerini alır. “BİZ”deki yerlerini alırlar. Bütün bu muhteşem varoluşu varedeni de bilirler…

Kitap şu haliyle başına felaket gelenleri, bebekken hastalanıp sakatlanıp ölenleri dahi suçluyor ve zan altında bırakıyor. Bu yönüyle bence okuyan hassas kişilerde klinik sorunlar yaratabilecek şaşılacak bir eser. Düşünün, kişinin kronik bir hastalığı varsa veya depremde yakınlarını kaybetmişse, çekim yasası’nın bu yanlış anlaşılması sonucu kitaptan anlamamız gereken kişinin kendisinin kaşınıp (!) bu sonuca neden olduğudur. Tabiii belirsiz kaygı ve korkularıyla. Şimdi bu insanı iç çatışmaya ve kendini suçlamaya ve içinden çıkılmaz bir mücadeleye itecektir.

Kitaptaki yeterli ve doğru bir açıklama değildir. Bir ışık tanesinin, hem dalga olarak, diğer fotonlarla, hem tanecik gibi tek başına yol aldığını biliyoruz. Bunun gibi sadece tekil bireysel bir iradeden bahsetmek, kitabı yazan ve ısrarla bu hataları düzeltmeyenler için bahtsızlıktır. Genetik faktörler, kazalar, evrensel büyük planlar, yaşamda alınması gereken dersler, binlerce faktörle oluşan bir ANdan ibarettir hayat.

Hayatın sadece pozitif kutbunu yaşamaya çalışan bir insan, negatif saydığı herşeyden nefretle kaçan insan, bir cam saraydaki sahte yaşamda yaşayacak ve asla olgunlaşmadan, iyice kendisine odaklanarak, kendisi kadar başarılı olmayan ve sırrı anlamayan aptal ve zavallıları da (!) uzaktan hüzünle seyredecektir.

Son sözde ne demeli? Eğer hayatınızda harika bir değişiklik yapacaksanız, sessizce dünyayı izleyin. Bu büyük muhteşem yaşam alanının nasıl olup da böylesine dengede ve coşkuyla aktığını sezene dek kıpırdamayın yerinizden. Sonra bu huzur size az geliyorsa dönün ve sırları çağırın. Ancak bilin ki alınan herşeyin bir bedeli vardır. Oysa yaşamın ve yaşamın sahibinin hediyeleri her çeşit çekimden daha güzeldir.

Tyanalı Apollon (AYTUNÇ ALTINDAL)

'Da Vinci Şifresi'ndeki olaylar da kurgu mu?
- Tamamen bir kurgu. Türkiye'nin Niğde ilinin bugün Kemerhisar dediğimiz, geçmişte Tiana diye bilinen -Hititlerin başkenti olan Tuvana- şehrinde Apollonius diye bilinen bir ermiş var. O da İsa gibi babasız doğmuş kabul ediliyor. Pagan. Apollo'nun oğlu diye biliniyor. Doğduğu zaman 'Tanrı'nın oğlu' deniyor. Tarsus'ta, Aziz Paul'un şehrinde eğitim görüyor. Pisagorcu gizli bir teşkilata da üye yapılıyor. Mucizeleri var. İsa ile aradaki fark şu; Apollonius'un mucizeleri Roma imparatorluk kayıtlarında geçiyor. Sıfırla 90 yılı arasında yaşamış. Araplar arasında Balyanus Usta adıyla biliniyor.
Hakkında yazılan kitaplarda 'insan suretindeki Tanrı olduğu'ndan söz ediliyor. Bunu da yazdırmış olan İmparatoriçe Julia Domna. Roma İmparatorluğu diyor ki 'İsa diye birisinin kaydı yok!' Apollonius'un var. Hani o meşhur İsa'nın adam diriltmesi, işte bu olayını Apollonius Efes'te yapıyor, genç bir kızı diriltiyor. Mucize falan değil. Adam gayet net: 'Ben şifacıyım, tabiatta böyle olaylar var, hasta kızı bitkilerle canlandırdım. İkinci kez dirilt derseniz, yapamam.' Yani Tanrı olma iddiası yok.
Daha sonra Kilise Babaları, Hıristiyanlığı Konstantin'e kabul ettirmek için böyle bir olay yaratıyorlar. İşte bu hikâyeyi, Apollonius'un hayatını alıp İncil'de İsa'ya atfediyorlar.

Hz. İsa'nın yaşamı Niğdeli Apollonius'tan kopya edilmiş öyle mi?
- Resmen intihal. Bu intihal sonucunda tartışma o kadar büyüyor ki Tapınak Şövalyeleri'ne, Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatına, Masonlara kadar geliyor.

Neyi savunuyorlar?
- Diyorlar ki aslında İsa diye birisi yoktu. Apollonius'un hayatı 1501'de yayımlanıyor, Kilise bunu hemen yasaklatıyor. Hollanda'da yüz yıl sonra Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatı kitap çıkarıyor, o da engelleniyor. Onlar Vatikan'ı, 'Apollonius'un hayatını alıp İsa Mesih diye bir Tanrı yaratmakla' suçluyorlar.

Apollonius Ayasofya'daki İsa mozaiği mi?
- Evet, bakıldığında İsa gibi duruyor fakat özel bir şifre var, kaşının üstünde 11 işareti var. Gizli teşkilata girenlere böyle bir işaret konuyor, Apollonius 16 yaşındayken Pisagorcu bir gizli teşkilata girmiş, Urfa-Harran bölgesinde 11. yüzyıla kadar Apollonius'a tapıyorlar. Fakat biz buna Apollonius dersek bizi keserler diye İsa suretinde Apollonius'lar yapıp 11 işaretini koyuyorlar. 1954'te Amerika'da Alice Weston bu olayı güncelleştirdi. 1990'lara gelindiğinde Türkiye'de Kemerhisar kazılarının yapılması meselesini ben gündeme getirdim. Apollonius diye biri var mı, çıksın ortaya diye. Türk hükümeti maalesef buna para ayıramadı.


Dünyanın ilk vejeteryanı Tyanalı Apollon...
Dünyanın ilk vejeteryanının, bugün Niğde'nin Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar Beldesi'nde bulunan Tyana Antik Kenti'nde 2000 yıl önce yaşayan Apollon olduğu bildirildi.
İtalya'nın Venedik Ca Foscari Üniversitesi'den emekli olan Dilbilimci Prof. Dr. Asım Tanış, Apollon'un M.Ö. 5 ve M.S. 95 yılları arasında yaşadığını, öğrenimini Tyana, Tarsus ve Aygay'da (Taşucu) yaptığını ve tapınağını bir akademiye dönüştürdüğünü söyledi.
Tyana Antik Kenti'nde 28 yıldır süren kazı çalışmalarına başkanlık eden Tanış, bulunan kitabe ve yazıtlardan Apollon'un beslenme konusunda çok titiz davrandığının anlaşıldığını belirterek, şunları anlattı:
''Tyanalı Apollon 2000 yıl öncesinden insanların deli dana gibi hastalıklar nedeniyle kendi kendine yok etme noktasına geleceğini, doğal beslenmenin sağlığın ilk şartı olduğunu görmüş ve bunu eserlerinde anlatmış. Apollon, günümüze dek yansıyan eserlerinde yer verdiği görüşlerinde, 'Toprak insanların süt annesidir, besleyicisidir. Buna rağmen insanlar toprağın çığlıklarını duymamış gibi giysi ve besin elde etmek için hayvanlara karşı kılıçlarını bilemektedir. Elimi kana bulasaydım, ne denli bir yanlış yapardım bilemezsiniz. Öyle yapsaydım Tanrı'nın sesi beni arı olmayan bir yaratık gibi bırakır giderdi' demiş. Bu nedenle Apollon beynin çalışmasını yavaşlattığı gerekçesiyle etle beslenmemiş. Et yerine tahıl,sebze ve meyve yemeyi tercih etmiş.''
Apollon'un dünyanın ilk vejeteryanı olduğu savunan Prof. Dr. Tanış, şöyle devam etti:
''Apollon kendisine ağırlayan krallardan kendisine ekmek, kuru meyve ve kendi kendine yetişen yabani sebzeler vermelerini istemiş. Vejeteryanlığı o kadar ileriymiş ki hayvan derisinden yapılan ayakkabıları ve giysileri giymiyor, kendisine söğüt dallarından ayakkabılar örüyor, keten giysiler giyiyormuş. Bunlarla örtünüp, yatıldığında insanın uykusunun da arı gibi saf, görülen düşlerin de kendisi gibi yaşayan birisi için gerçeğe daha yakın olacağını savunmuş.''

Sümer Mitolojisi

Anu
Sümer mitolojisinde ve daha sonra Asur ve Babil mitolojilerinde, Anu (aynı zamandsa An) gökyüzü tanrısı, cennetin tanrısı, takımyıldızların efendisi, tanrıların kralı olarak adlandırılır ve göksel katmanların en üstünde oturur. Suç işleyenleri yargılayacak güce sahip olduğuna ve kötülüklei yok etmek için asker olarak yıldızlar yarattığına inanılırdı. Anunnakunun (aynı zamanda Anunnaki olarakda anılır) babasıdır. Sanat eserlerinde bazen çakal olarak resmedilir. Çoğu zaman onun simgesi olarak kullanılan taç bir çift sığır ya da boğa boynuzu ile resmedilir.
Mezopotamya tanrı panteonundaki en eski tanrıdır ve üç büyük tanrı olan gökyüzü tanrısı Enlil ile su tanrısı Enki ile beraber üçlemenin bir parçasıdır. Sümer’in kral Sargon tarafından Akkadlılar tarafından işgal edilmesinden sonra Akkadlılar tarafından Anu olarak adlandırılmıştır. Üç büyük tanrıdan oluşan üçlemenin ilk figürü olamsına dayanarak, Anu tanrıların ilk kralı ve babası olarak saygı görmüştür. Anu görünür bir şekilde Uruk ile özdeşleşmiştir. Bu şehrin Anu kültünün orjinal merkezi olduğuna inanmamız için çok geçerli sebepler vardır. Bu doğruysa, Uruk tanrıçası İnanna (ya da İştar) bir zamanlar onun eşi olmuş olabilir.
İsminin kökeni
An ismine referans olabilecek en eski yazın Hindistan’ın klasik yazın dili olan Sanskritçededir. Sanskritçede Anu, atom ve molekül kelimelerinide içeren pekçok anlama gelir. Aynı zamanda sonra, birlikte, benzer, her,vb kelimeleride karşılar. Sümer mitolojisinde bir tanrının isminede karşılık gelmektedir. Bu tanrının ismi “yüksek olan” anlamına gelir ve dünyanın üzerindeki atmosferik katmanların tanrısıdır—fırtına tanrısı Adad gibi. Hammurabiden önceki eski Babil döneminde, Anu göklerin tanrısı olarak adlandırılıyordu ve bu sebepten onun adı gök ile eş anlamlı hale geldi. Bazı durumlarda Anu kelimesinin gök anlamınamı yoksa tanrı anlamınamı geldiği belirsizdir. Bu durumdanda anlaşılabileceği gibi evrende gözlemlenen ilahi güçleri üçlü sembol ile gök, toprak ve su olarak üçleme yapmak üçüncü binyıldan önceki düşünce şeklinin bir sonucudur. Anu göklerin, Bel (Marduk) toprağın ve Ea da suyun kontrolünü elinde tutan tanrılar olarak ortaya çıkmıştır.
Kumarbi Efsanes
Hurri kökenli bu efsane, daha sonra Yunan mitolojisinde de izleri görülecek ilginç bir efsanedir. Bu destan bir kaç kompozisyon halinde işlenmiştir. Ancak tablelerin çoğunda büyük kırıklar olduğu için parça parça günümüze gelmiştir. Bu efsane , Hesiodos’un Theogonia’sını andıracak biçimde tanrı soyarından bahsetmektedir. “ İlk (eski) tanrılar, […] kuvvetli tanrılar işitsinler : […] Geçmiş yıllarda Alalu (gökyüzünde) kral idi. Alalu tathta oturuyordu. Ve tanrıların önde geleni, güçlü Anu, (hizmetçi olarak) onun huzurunda duruyordu. O, (Alalu’nun) ayaklarına kapanıyor ve içki kaplarını, içmek için, onun eline veriyordu. “ Ancak bu durum çok uzun sürmez. Alalu gökte dokuz yıl krallık yapar. Anu, Alalu’ya karşı ayaklanır ve onu yenerek aşağıya, karanlık toprağa gönderir ve tahta geçer. Bu kez Kumarbi ona hizmet etmeye başlar. Anu da dokuz yıl boyunca tahtta kalır. Dokuzuncu yılda bu kez Kumarbi Anu’ya karşı ayaklanır ve Onunla savaşmaya başlar. Anu, Kumarbi’ye karşı koyamaz , kaçar : “ Anu, Kumarbi’nin el ve ayaklarından kendini sıyırdı ve kaçtı. Anu, gökyüzüne çıktı. (Fakat) Kumarbi onun arkasından koştu. Anu’nun ayaklarından yakaladı ve Anu’yu gökyüzünden aşağıya çekti. (Kumarbi Anu’nun) dizini (bel altını) ve bronza benzer Kumarbi’nin karnına bitişik erkeklik organını ısırdı. Kumarbi, Anu’nun erkekliğini yutunca, o sevinde ve yüksek sesle güldü. Anu döndü ve Kumarbi’ye (şöyle) söylenmeye başladı : « Erkekliğimi yuttuğun için kendi içinden seviniyor musun? Kendi kendine sevinme! Ben sana yük (tohum) yükledim. İlk olarak soylu Fırtına Tanrısı ile seni aşıladım (gebe bıraktım). İkincisi dayanılmaz Aranzah nehriyle seni aşıladım. Üçüncüsü soylu Tašmišu ile seni aşıladım. Üç dehşet tanrıyı ben sana bir yük olarak yerleştirdim. “ Anu böyle diyerek gökyüzüne gizlenir. Kumarbi ise hemen tükürür ve daha sonra da Nippur şehrine gider. Kumarbi burada doğum için ayları sayar ve tanrıları dünyaya getirir. Metinin buraları çok kırık olduğundan efsanenin bu bölüm hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Ancak çıkan tanrılar da savaşa tutuşurlar. En kuvvetlisi Teşup’tur. Hatta Teşup boğası Šeri’ye şöyle der : “ [Artık kim benim] karşıma kavga etmeye gelebilir? [Şimdi beni kim] yenebilir? Kumarbi bile [bana karşı çıkamaz(?)] “ Kırık parçalardan Anu’nun Kumarbi’nin öldürülmesini istemediğini öğreniyoruz. Ayrıca yeryüzü de hamiledir ve ay saymaktadır ve tabletin sonunda iki çocuk doğurur. Tabletlerin kırık olması yüznden efsanenei tam bir versiyonu elimizde yoktur. Yalnız anlaşıldığı kadar, efsane Mezopotamya kökenlidir. Hitiler’e Hurriler yoluyla girmiştir. Metinin Hesiodos’un Theogonia’sıyla benzerliği dikkat çekicidir. Hesiodos’un bu efsaneleri Anadolu’dan aldığı düşünlebilinir. Güterbock ise bunların Hesiodos’a Fenikeliler yoluyla da geçebileceğne dikkat çekmektedir. Güterbock Kumarbi ismini ise şöyle açıklamaktadır : “ Bu tanrının adı hakikî Hurricedir: sondaki –bi, Hurrice aidiyet eki –ve’dir. Kumar sözcüğünün cins ismi mi yoksa yer adı mı olduğu ve Kumar adlı şehrin nerede aranacağı bilinmiyor. “ Güterbock aynı zamanda Allau-anu ve Anu-Kumarbi, arasında baba oğul ilşkisi olabileceğinin de altını çizmektedir. Köken ne olursa olsun bu efsane Hihitlerde, daha doğrusu anadolu’da bir nalam kazanmış ve belki de “Yunan Mucizesi” denilen safsatanın doğuşunda rol oynamıştır.

Ayasofyanın şifresi.....

Zambak ve kılıç İmparator Constantin, 325 yılında topladığı ünlü İznik Konsüllüğü'yle bütün gizli ve açık kutsal metinleri bir araya toplayarak Yeni Ahit'e son şeklini verir. Böylece, yükselen bir değeri iktidarını pekiştirecek biçimde amacına uygun olarak biçimlemiştir. Bütün pagan ve çok tanrılı dinlerin içerik ve simgeleri bu potada birleşecektir artık. Tanrıçalar dinden uzaklaştırılır, kadın ve kadına dair imgeler şeytani bir içeriğe doğru gider. Koskoca Doğu-Batı Roma imparatoruna açık itiraz çok tehlikeli olacağından, özellikle sanatçılar, inançlarını eserlerinde ve gizlice sürdürdüler denir.
Ayasofya'nın galerilerine dikkatle bakarsanız, tam bir sembol sağanağına yakalanırsınız. Bütün zamanlar iç içe geçmiş gibi birbirini tamamlayan, ayıran birçok sembol var çünkü Ana Tanrıça binlerce yıl içinde biçimsel olarak da isim olarak da değişime uğramış. Kozalak ve meşe palamudu kadın üretimini simgeleyen eski dünya sembolleri. Aynı zamanda Yunan tanrıçası Artemis ve Roma'nın Venüs'üne de karşılık geliyor. Aynı zamanda da Hıristiyan ikonografisinde yaşam ağacını temsil ediyor. 'Da Vinci Şifresi' adlı kitapta sözü geçen zambak da Aya Sofya'da çok görülen bir motif. Bunun anlamı da ışık ve umut. Ayasofya'da, zambak motifinde hem bakire Meryem'i hem Artemis'i hem Afrodit'li pagan sembolizmine göndermeleri görüyoruz. Zambak, Meryem'in tanrıçalaştırılması. Dört yapraklı yonca da burada görülebilecek sembollerden bir tanesi. Oyun kartı ve tarot işaretlerinin hepsi içerde var. Zambak ve kılıç sembolü ise kadın ve erkeği birlikte gösteren bir sembol. Zambak saflığı, günahsızlığı da sembolize ediyor ama diğer içeriği de, Havva Ana cennetten kovulduğu sırada gözünden akan bir gözyaşı damlasından meydana geldiğine inanılan bir çiçek olması. Örümcek ağı figürü yine ana tanrıçayı sembolize ediyor. Kurduğu ağ ile şeytanı tuzağa düşüren anlamına da geliyor. İç içe geçmiş yılanlar Adem ve Havva'yı ve iyilik ve kötülüğü temsil ediyor. Meryem'in tahtta oturması ana tanrıça kültüne yapılmış bir gönderme, tahtın üzerinde tarot işaretleri var. Baş melek Cebrail ise, klasik sanat uyarınca yapılmış, kadın yüzlü ve taç giydirilmiş ve genellikle İsa'nın yanında yer almış. Aya Sofya'daki iki melek de böyle. Kim bilir, belki Maria Magdalena'yı böyle resmetmiştir Ariusçu geleneklere bağlı ustalar. Arius, Antakyalı bir piskopos ve Hz.İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunu ama insani boyutunun da olduğunu savunmuş. Dönemin en büyük çalkantısını da bu ikilem (Tanrı-insan) oluşturmuş. 'Da Vinci Şifresi' adlı kitaptaki düşünceyi izlersek, İsa ve hemen yanındaki meleğin Maria Magdalena olduğu fikri çok uzak değil. Bir diğeri de dört kolu eşit haç ve kılıçların bir arada kullanıldığı sembol, Tapınak Şövalyeleri'nin sembolleriyle benzerlik gösteriyor.
Kandil ışığındaki mozaikler Bilinen, Ayasofya'ya 'giren' bir başka kişi de mimar Fossati. Fossati'nin aslında gayet dolaylı ama ilginç bir yolculuğu var Ayasofya'ya doğru ve bu kutsal mekandaki çalışmaları da ilgi çekici. Fossati İtalya'da mimarlık eğitimi almış ve yolu bir şekilde Çarlık Rusya'sına düşmüş. Rus Çarlığı, İstanbul'daki elçilik binasını yaptırmak için İstanbul'a göndermiş kendisini. Böylece Fossati sarayla tanışıp, Ayasofya'nın onarımının teklif edilmesini sağlayacak bir güven kazanmış ve 1847-49 yılları arasında Aya Sofya'da restorasyon çalışmaları yapmış. Gece gündüz çalışmış Fossati. Katolik olduğu biliniyor ve kim bilir, belki bu yolculuğun bütün amacı Ayasofya'ya girebilmekti. Belki bir şekilde kendini buraya getirtti. Biraz ileri gidip, Harem'deki kadınların aslında Hıristiyan kökenli olduğunu düşünsek, Müslüman olsalar bile belki çocuklarını farklı bir yönde yetiştirdiklerini varsaysak... Bunların hepsi, şüphesiz yazar olarak kurgulama hakkını elde tutmaktan kaynaklanan varsayımlar. Fossati aslında özellikle üst kattaki mozaiklerin üstünü fresklerle kapatmış. Ama burada ilginç bir detay var, Fossati'nin en çok kullandığı desen, zambak. İçeride Müslüman ustalar olduğu için geceleri çalışırmış. Sultan Abdülmecid'i bir gece davet etmiş ve tasvir konusunda tabuları olduğunu düşündüğü bu insanın nasıl tepki vereceği konusunda da kaygılanmış. Sultan gözlerinden yaşlar gelerek bakmış bu resimlere ve sonrasında Sultan, dönem uygun olmadığı için üstünü kapatarak bunları korumasını ve altta kalacak eserleri de belgelemesini istemiş. Fossati üzerini örttüğü mozaikleri de tek tek titizlikle belgelemiş. Bu belgeler şu anda İtalya'da bir arşivde bulunuyormuş ama o dönem sadece bir kısmı yayınlanmış.
Geldiğimiz yer Ayasofya, mucizevi bir şekilde 5 yıl, 10 ay, 24 günde tamamlanmış ve bir Noel ayinine yetiştirilerek açılmış. Başlangıçta sadece mimari olarak bitirilmiş, iç bezemeleri yokmuş. İmparator Justinianus bir daha asla yanmayacak ve yıkılmayacak bir kilise yapmak istemiş. O nedenle Ayasofya tamamen mermer, taş ve tuğla kullanılarak yapılmış. Mekanın parçaları pek çok antik kentten derlenmiş. İçerde, ana bölümde iki tarafta yer alan 16 sütun Efes'ten getirilmiş. Dört köşede yer alan erguvan rengi porfir sütunlar da Mısır'dan. Yani tarihin ilk prefabrike yapısı burası. Ama bu aynı zamanda Ayasofya'nın, yazının başından beri ifade ettiğimiz çok kültürlü yapısını da gösteriyor. Dört element bu kültürlerin temel yapısını oluşturuyor ve güneş ve yıldızlar, geometrinin, matematiğin açık ve gizli oranları.
En başa, 'Da Vinci Şifresi' adlı kitaptan çıktığımız yola dönersek... Maria Magdalena'nın fahişe olmak bir yana, aslında soylu bir kandan geldiği ve Hz. İsa ile evli olduğu, çocuklarının olduğu... Kutsal Kase ile kastedilen şeyin de V ile simgelenen rahim olduğu... Bunların bizi götürdüğü tüm kadınlık ve erkeklik simgeleri, Ana Tanrıça kültünün gösterdiği değişim, unutulanlar ve korunabilenler. Ama bir gerçek kalıyor geriye: V ile simgelenen şey, kadın, yani geldiğimiz yer, rahim ve bu işaretin tam tersi ile simgelenen şey, erkek ve nihayetinde bu iki varlığın birleşmesi, kutsal evlilik. Bu sayede insan olmanın kutsallığına dokunabilmek. Söz konusu kitabın ve herkesin temel arayışı bundan başka bir şey değildir belki de.
Aklınızda bulunsun.
* Girişteki büyük salonda, yere dikkatli bakarsanız, orta bölümde dört kenarda x işaretleri göreceksiniz. Bunlar büyük kubbenin izdüşümlerini gösteriyor.
* Duvar işçilerinin oluşturduğu Masonların izlerini de zemin mermerlerinde görmek mümkün.
* Giriş katta, minberin sağında kalan ve minbere yandan bakan duvardaki mermerin damarlarının görüntü sünün şeytanı andırdığı düşünülmüş ve Ayasofya'nın, şeytanın hapsedildiği yer olduğu söylenmiş.
* Hz İsa'nın yüzünün en güzel tasvirinin Ayasofya'da olduğu biliniyor.
* Ana girişte, dışarda, soldaki kalıntılar ikinci kilisenin anıt kapısından kalma parçalar. Kuzular 12 Havari'yi temsil ediyor.

Tyan’lı Apollonios(SIRLARLA DOLU BİLİNMEYEN KİTABI) 2

Zümrüt Tablet Tercümesi:

Hermes Trimegistis’in Simya üzerine Zümrüt Tableti


Hermes’in cesedinin bulunduğu karanlık mağarada , ellerinin arasında bulunmuş , Zümrüt tablet üzerine yazılı sırları :


Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.


Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.


Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.


Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir.


Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter .


Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan ; bu büyük bir maharetle olmalı


Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak . Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak ; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.


Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi ; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.


Dünya da böyle yaratıldı.


Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.


Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.



Açıklama

«Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.»


Metin öncelikle söylenenlerin doğru olduğunun ve yalancı bilimlerle ilişkisinin olmadığının söylenmesi ile başlar. Bu bir anlamda kendini doğrulamaktır. Burada “çok gerçektir” ifadesi de anlamı kuvvetlendirmekte, belki de eski nitelemeler düşünüldüğünde Güneş’e atıfta bulunulmaktadır. Güneş ve onun sembolize ettikleri “en gerçek” olarak kabul edilmektedir.


«Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler. »


Daha sonra ise Yukarıda olan ile aşağıdaki olanın birliği vurgulanarak dönemin en önemli ezoterik yasası ifade edilmektedir. Bu aynı zamanda astrolojiye de temel teşkil etmektedir. Buna göre macrocosmos ile microcosmos arasındaki bağlantı kesindir ve ikisine de hükmeden Tanrısal yasalardır. Bu tanrı’nın bir mucizesinin görüntüsüdür.


Bu ifadenin bir başka yorumu da aslında burada filozof taşından söz edildiği şeklindedir. Bu taş yukarı ile aşağısı arasında , başka bir deyişle insan ile tanrısal özü arasında bir ilişkiyi belirmektedir. Bu ise her şeyin bir olmasından, başka bir deyişle insanın tanrıdan çıkması mucizesinden olanaklı olmaktadır. Öyle ise bu yoruma göre aslında Simyanın ana amacı olan Filozof taşı ortaya konmuş olmaktadır.


«Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı. »


Burada ise her şeyin Tanrı’dan ya da Tanrısal tözden geldiği bir kere vurgulanarak yaradılış ifade edilmiştir. Bu ifadelerdeki anahtar sözcükler meditatio ve adaptatio’dur. Meditatio derin düşünmeyi ifade eder ancak buradaki anlamıyla , bir eylemi ifade etmekte ve Tanrı iradesini belirtmektedir. Adaptatio ise daha anlamlıdır. Adaptatio , adaptasyon, uyarlama anlamına geldiği için, tek olandan uyum içinde çıkmak , zaten bu tek olanın içinde her şeyi barındırdığını ve uyarlanarak varolan her şeyde bulunabileceğini göstermektedir.


Simya yorumunda ise tek olanın materia prima olduğu ve bir takım işlemlerden sonra başka şeylere dönüşebildiği söylenmektedir.


«Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir.»

Tyan’lı Apollonios(SIRLARLA DOLU BİLİNMEYEN KİTABI)

Metinden ilk olarak Albertus Magnus, De Mineralibus adlı eserinde bahseder. Buna göre Hermes’in mezarı İskender tarafından bulunmuş olup tabletler burada açığa çıkmıştır.

En yaygın söylence, bu tabletlerin, Hermes’in lahitinin olduğu yerde, ellerinin arasında bulunmuş olduğudur. Burada sembolik bir ifade kullanıldığı da varsayılabilir. Tabletlerin Zümrüt olması önce bu taşın Hermes’ e ait bir taş olduğunu akla getirmektedir, ancak zümrüt yeşil rengi ile ekini sembolize ettiği gibi, okült gelenekte bilgelik sembolü olarak da kullanılmıştır. Bu tabletlerin içeriğinin hermetik bilgelik olduğu düşünülürse bu yazıların zümrüt tablet üzerine yazılmış olmasının anlamı daha iyi gözükür. Zümrüt Hıristiyanlık’da da inancı sembolize etmiştir.

Hermetik yazıların bir çoğu Helenleşmiş Mısır’a aittir. Bu yazıların da orijinal Yunanca metninin varolduğu varsayılmış, ancak bugüne kadar eksiksiz metin bulunamamıştır. Sadece yirmiye yakın Arapça versiyona rastlanmıştır.

Zümrüt tablet hakkında elimizde olan ilk versiyon Tyan’lı Apollonios’a aittir. (Apollonios Arapça metinlerde Balinus olarak geçer.) İsa’dan sonra birinci yüzyılda yaşamış olan Apollonios Yeni-Pitagorasçı filozoflar arasında önemli bir yer tutmakla birlikte, döneminde okült bilgisi ile de tanınmıştır. Ayrıca büyü ve simya üzerine kitapları vardır.

Apollonios’a atfedilen en önemli kitaplarından biri de “Yaradılış’ın Sır Kitabı”dır. (Kitab-ı Sırrı Al-Halika). Bu kitapta Zümrüt Tablet metninin bir versiyonu bulunmaktadır. Bu kitabın Sagiyus isimli bir din adamı tarafından Altıncı yüzyılda Arapça’ya çevrildiği söylenir, ancak orijinal Yunanca metin bulunamamıştır.

Kitabın giriş kısmı oldukça ilginçtir. Bu kısmın bir bölümünde bu yazıları nasıl bulduğunu Balinus kendi ağzından anlatır :

« Yaşadığım yerde tahta bir sütunun üzerine dikilmiş bir heykel vardı. Sütun üzerinde şu yazılar okunuyordu : “Ben kendisine ilim verilmiş olan Hermes’im; eserim önce herkese açıktı, ancak daha sonra, benim kadar bilge biri tarafından yeniden bulunsun diye, sanatımı sakladım.” Heykelin göğsünde ise eski dilde yazılmış şu yazılar vardı : “Eğer birisi varlıkların yaratılışının sırlarını merak ediyorsa ayaklarımın altına baksın”
Herkes bu heykeli görmeye gelirdi ve ayaklarına bakıp bir şey bulamazlardı. Ben ise , küçük , zavallı bir çocuktum .

Fakat büyüyünce, kuvvetlenince , göğsünün üzerindeki yazıyı okudum ve anlamını kavradım. Ve hemen sütunun altını kazmaya başladım. Toprağın altında içine güneş ışığı girmeyen karanlık bir geçit buldum. Burada bir meşale de yakmaya çalışmak da boşunaydı , çünkü sürekli esen rüzgar buna izin vermiyordu.

Karanlık yüzünden keşfettiğim yere giremiyordum, ve rüzgarın gücü ışığın yanmasına izin vermiyordu.

Tedirgin bir uykuya daldığımda yüzü bana benzeyen bir ihtiyar karşımda belirdi ve bana seslendi : “Kalk Balinus ve yeraltına gir; bu yol seni yaratılışın sırrına götürecek ve Doğa’nın nasıl oluştuğunu göreceksin”

“Karanlık hiçbir şeye izin vermiyor ve ışık rüzgara dayanmıyor” diye yanıtladım.

O zaman bana dedi ki : “Balinus , ışığını şeffaf bir kabın içine koy, böylece rüzgardan korunmuş olacaktır. Ve seni karanlıkta aydınlatacaktır. “

Bu sözler benim ruhumu neşe ile doldurdu ve isteğime ulaşacağımı hissettim. Ona seslendim : “ Siz kimsiniz? , bu büyük iyilik için kime minnettarım?”

“ Ben senin yaratıcınım , mükemmel olan! “

O anda neşe içinde uyandım , onun bana söylediği gibi ışığı şeffaf bir kabın içine koydum ve yeraltına girdim.

Orada altın bir tahtın üzerinde oturan yaşlı bir adam gördüm . Elinde zümrüt bir tablet tutuyordu ve tabletin üzerinde “Doğa’nın varoluşu buradadır” diye yazıyordu. Önünde duran kitapta ise “Bütün varolanların yaradılış sırrı ve her şeyin nedenlerinin bilimi buradadır.” diye yazıyordu.

Bu kitabı korkusuzca aldım ve buradan çıktım. Bu Bütün Varolanların Yaradılış Sırrı kitabında yazan her şeyi öğrendim ; Doğa’nın nasıl varolduğunu anladım ve her şeyin nedenlerinin bilgisine eriştim. İlimim beni meşhur etti. Tılsım ve olağanüstü şeylerin bilgilerini öğrendim ; dört elementin birleşmelerini, çekimlerini, itimlerini tanıdım. »



Bu ifade daha da semboliktir. Güneş ve Ay birleşmesi Simyada kutsal birleşmeyi sembolize ettiği gibi Güneş ateşi, Ay da suyu sembolize eder. Böylece dört element düşüncesi burada yerini bulmuş olur. Güneşin baba olması ise tanrısal yaratıcı gücü belirtmektedir.


«Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter. »


Buradaki ifade de telesma sözcüğü farklı anlamları ifade edebilmektedir. Bazı yorumlarda irade/güç anlamına gelmekte , bazı yorumlarda da mükemmelliği göstermektedir. Her iki anlamda da tanrısal töze atıfta bulunduğu açıktır. Tanrısallığının farkına varmış insan toprağa dönerse , yani maddede her şeye gücü yetebilecek durumda olur.


«Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan ; bu büyük bir maharetle olmalı. Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak . Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak ; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.»


Burada ezoterik düşüncenin temel prensipleri açıkça ortaya konmuştur. Yukarıda da açıkladığımız gibi, Tanrısallığının farkına varmış insanın madde üzerinde kontrolü olanaklı olabilir. Ancak bunun için sübtil olan kalın olandan ayrılmalı , yani ruh maddeye olan esaretinden kurtulmalıdır. Bu ancak kendi nefsimizden kurtulacağımız inisiyasyon ile olanaklı olmaktadır. Maharet buradadır. Tanrısal tözünün farkına varan gökyüzüne çıkmış olur , ancak yine maddi aleme dönerek , maddeye hükmederek , yaşamına devam etmeli ve bu dünyada alacaklarını almalıdır. Artık bundan sonraki hayatta , bu aşama bir kere geçildikten sonra karanlıklar uzak olur.


Bu düşünceyi Nicolas Valois şöyle ifade etmektedir : “Solvite corpora et coagulate spiritum “. Türkçe ifadesiyle, bedeni çöz, ruhu pıhtılaştır , anlamına gelen bu ifade de ruhun bedenin esaretinden kurtularak evrimleşeceğini belirtmektedir.


Ancak bütün düşüncelerde varolan ruhun bedenin esaretinden kurtulduktan sonra madde yokmuş gibi yaşamak değil, kişinin bunun farkına vararak günlük yaşantısına devam etmesi esastır.

Metin, bundan sonra yaradılışın da bu şekilde olduğunu ve her varolanda Tanrısal tözün varolduğunu söyleyerek son bulur.
Ullikummi Şarkısı
Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında Teşup’un krallığında geçmektedir. Burada bir parantez açıp, “şarkı” sözcüğü üzerinde durmak gerekmektedir. Dinçol bunu şöyle açıklamaktadır : “ Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu kökenliler gibi ayinler içinde yer almaması, baş bölümlerinde belirtildiği gibi birer bağımsız şarkı sayılmasıdır. Şarkı terimi bu tür edebiyat ürünleri için Ortaçağ’a kadar kullanılmış bir sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne Neibelungen Şarkısı denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı sözcüğünün destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. “ Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna bakabiliriz : Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup oturmaktadır. Ancak Kumarbi bunu hazmedemez : “ Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü bir insan yetiştirir. O Teşup’a karşı kötülük planlar. O Teşup’ a karşı bir asi çıkarır. […] (Kumarbi) eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları koydu. O Urkiš şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar’a vardı. Şimdi Soğuk Pınar’da bir kaya bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği […] ve yarın fersahtır. Onun vaginası ise […fersahtır. Onu görünce] aklı başından fırladı ve o kaya ile sevişti. Erkeklik organını onun içine batırdı. O beş kez oldu. O on kez oldu. “ Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamktadır ancak, Deniz tanrısının yardım ettiğini ve çocuğun doğduğunu öğrenebiliyoruz. Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir : “ Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı : Kader tanrıçaları ve ana tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. […] Varsın onun ismi Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel Kummiia şehrini sıkıştırsın. Teşup’a vursun. Onu saman gibi doğrasın. Onu bir karınca [gibi] ayakları ile ezsin. “ Ullikummi sözcük olarak Kummiia’nın yıkıcısı anlamına gelmektedir. Kummiia ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı gibi Kumarbi bu doğan çocuğun Teşup’tan kendi intikamını almasını beklemektedir. Kumarbi, bu çocuğun Teşup’un haberi olmadan yetişmesi için gizler, nacak güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan çocuğu görür ve Teşup’a haber verir. Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi dağına gider ve canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi değildir. Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş hazırlıkların başlamıştır. Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz. Taş canavar Ullikummi Teşup’u ve yanındaki yetmiş tanrıyı yener. Teşup’un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup’un karısı Hepat’a bildirir ve yeniden Teşup’un yanına döner. Tašmišu, Teşup’a tanrı Ea’dan yardım istemesini söyler. İki kardeş Ea’ya gederler. Tablet buralarda kırıktır. Ancak onları Ubelluri ile konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı sırtında taşıyan bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi’nin orada büyüdüğü anlaşılır ve Ea eski tarılara seslenir : “ Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden, babadan, büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın mühürlerini getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve gökyüzünü ayırdıkları(kestikleri) bakırdan eski kesici aleti getirsinler. Biz, Kumarbi’nin bir asi olarak tanrılara karşı yüceltiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi’nin ayaklarını keseceğiz. “ ullikummi’nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve tanrılar Ullikummi ile savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır, ama burada Teşup’un zaferinin anlatıldığı düşünülmektedir. Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri anımsatmaktadır. Hitit mitolojisinide kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka efsaneler de vardır.

15 Mart 2010 Pazartesi

AŞK’ın hikayesi…

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, “Zenginlik, beni de yanına alır mısın?” diye sormuş.Zenginlik, “Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok.” demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir’den yardım istemiş. “Kibir, lütfen bana yardım et!”, Kibir “Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin.” diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: “Üzüntü, seninle geleyim.” Üzüntü “Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Mutluluk da Aşk’ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk’ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. “Gel Aşk! Seni yanıma alacağım…”Bu Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk’a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi’ye sormuş: “Bana yardım eden kimdi?” Bilgi “O, Zaman’dı” diye cevap vermiş. “Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?” diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:

“Çünkü sadece Zaman Aşk’ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir”

YASAKLAR ACABA....????

DÜnyanın dört bir tarafından garip saçma sapan yasaklar. Hepsi gerçekmiş. çamaşırsız gezmek, yolda öpüşmek, Lolipop yemek yasaktır..İşte bu kadarına da pes dedirten dünyanın en ilginç yasakları…

Demiryolunda öpüsmek yasaktir.

ABD eyaletlerinde bir dönem uygulanan yasaklar akıllara zarar türünden. İşte örnekleri…

ALABAMA

- Pazar gunleri domino oynamak yasaktir.
- Kilisede sahte biyik takip komiklik yapmak yasaktir.

ARKANSAS

- Hicbir canli oldurulemez. Bocekler dahil.
- Kocanin karisini ayda bir dovmesi normal fakat birden fazla dovmesi yasaktir.
Little Rock kasabasinda caddede opusenler hapisle cezalandirilabilir.

CALİFORNİA

- Pasifik kiyisinda kelebekleri rahatsiz etmek yasaktir.
- Pasedena bolgesinde sekreterin patronuyla yalniz kalmasi yasak.
- San Fransisko`da kirli ic camasiriyla arabanin camini silmek yasaktir.
- Kilisede gunah cikartirken aglamak yasaktir.
- Kuvette portakal yemek yasak.

FLORİDA

- Bekar bayanlarin pazar gunu parasutle atlamasi hapisle cezalandirilabilir.
- Kuaförde saç kurutucusunun altinda uyuyan kadin ve salon sahibi para cezasina çarptirilir.

INDIANA

- Maymunlarin sigara icmesi yasaktir.
- Tiyatro saatinden 4 saat oncesine kadar sarimsak yenilmesi yasaktir.
- Evde içki içmek yasaktir.

KENTUCY

- Ayni erkekle 4 kez evlenip bosanmak yasaktir.

Michigan

- Hayvan sahiplerinin hayvanlarinin arasinda uyumasi yasaktir.
- Kadinin saci kanunen kocasina aittir.
- Arabada sevismek yasaktir. Sevisilen park size aitse sorun yok.

NEW YORK

- Kadınların çok dar kıyafetlerle sokakta dolaşması yasaktır.
- Yabancı biriyle asansörde konuşmak yasaktır.
- Erkeğin kadına arkasından durup bakması yasaktır.
- Babanın çocuğunu “salak”, “aptal” gibi kelimelerle çağırması yasaktır.

North Carolina

- Caddede yürürken aksırmak yasaktır.

Ohio
- Colombus`ta pazar günleri mısır cipsi satmak yasaktır.

Pennsylvania

- Evlilik töreni sırasında damat veya gelin sarhoş ise tören iptal edilmek zorundadır.
- Buzdolabının kapısı açıkken önünde uyumak yasaklanmıştır.
- Banyoda şarki söylemek yasaktır.

Tennessee

- Kementle balik tutmak yasaktir.

TEXAS

- Britannica Ansiklopedisi icinde evde bira nasil yapilir maddesi tasidigi icin yasaklanmistir.
- Baskasinin ineginden sut sagmak yasaktir.
- Houston`da pazar gunleri Limburger peyniri satmak yasaktir.
- LeFors`da ayakta 3 yudumdan fazla bira icmek yasaktir.

Utah

- Kuşların otobanlarda yol onceligi vardir.
- Koca karisinin isledigi her turlu sucun sorumlulugundadir.
- Monroe`da dansedenler karanlik ortamda dansedemezler.

Vermont

- Kadinlarin dislerini takma yaptirmadan once kocalarindan yazili izin almalari gerekmektedir.

Washington

- Toplu tasima araclarinda kadinlarin erkeklerin kucagina arada yastik olmadan oturmalari direkt 6 ay hapisle cazalandirilacaktir.
- Ailesi zengin oldugu icin kimseyle dalga gecilemez, kucumsenemez, dislanamaz..
- Lolipop yemek yasaktir.

West Virginia

- Doktorlar yaninda baska biri olmayan bayanlara anestezi yapamazlar.
- Trenlerde uyumak yasaktir.
Wisconsin
- St. Croix`te bayanlarin kirmizi renk giymeleri yasaktir.
- Trende opusmek yasaktir.

DİĞER ÜLKELER
- Demiryolunda öpüsmek yasaktir. (Fransa)
- Domuzlara ‘Napolyon’ isminin verilmesi yasaktir. (Fransa)
- Yagmur yagarken çimler sulanamaz. (Kanada)
- Kapilar ve pencereler pembe renkte olmak zorundadir. (Kanada- Kanata)
- Agaca tirmanmak yasaktir. (Kanada-Oshawa)
- Bank Street’te pazar günleri dondurma yemek yasaktir. (Kanada-Ottawa)
- Yong Caddesi’nde ölü atlari pazar günü sürüklemek yasaklanmistir.(Kanada-Toronto)
- Kadinlarin toplu tasim araçlarinda çikolata yemesi yasaktir. (Ingiltere)
- Tropikal balik saticilari hariç! kadinlarin halka açik yerde üstsüz gezmesi yasaktir. (Ingiltere-Liverpool)
- Etek giyen erkekler tutuklanir. (Italya)
- Pazar günleri balik avlamak yasaktir. (Iskoçya)
- Inek sahiplerinin sarhos olmasi yasaktir. (Iskoçya)
- Kapinizi çalip sizden ‘klozetinizi isteyen birini’ içeri almak zorundasiniz. (Iskoçya)
- Pazar günü çamasir asmak yasaktir. (Isviçre)
- Çocuklarin sigara satin almasi yasak, içmesi serbesttir. (Avustralya)
- Patikada sag elinin üzerinde amuda kalkarak yürümek yasaktir. (Avustralya)
- Pazar günleri pembe pantolon giymek yasaktir.(Avustralya- Victorio)
- Araba kullandiginiz zaman gömlek giymek zorundasiniz. (Tayland)
- Iç çamasirsiz gezmek yasaktir. (Tayland)
- Metroda sakiz çigneyen tutuklanir. (Singapur)

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BAYBARS

Baybars Karadeniz'in kuzeyinde doğmuş bir Kıpçak Türküdür. 1223 yılında doğmuştur. Altın Ordu Hakanı ve Cengiz Han’ın torunu Berke Han’ın damadı idi. Kendi yerine geçecek oğluna da Berke adını vermişti. Rivayete göre Moğollar tarafından Kıpçak steplerinde (Deşt-i Kıpçak) yakalanmış ve esir olarak Bizans tüccarlarına satılmıştır. Köle olarak Kahire'ye getirilmiş, Eyyubiler'in hassa ordusuna alınmıştı. Zeka ve yeteneği ile kısa zamanda kendini gösterdi.
Baybars'ın devleti olan Memlükler, İslam Tarihi'ne Moğolları tek yenebilen devlet olarak geçmiştir. Moğollar Memlükler'le karşılaşmadan önce Harzemşahlar, Anadolu Selçuklu Devleti gibi büyük Türk-İslam devletlerini etkisiz hale getirmiştir. Bu da Moğollar'ın ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

Baybars Moğolların bu gücüne rağmen Moğollar'a 1260 tarihinde Ayn Calut'ta ilk yenilgilerini tattırıp ilerlemelerini önemli ölçüde durdurdu. Moğollar ile yapılan bu çatışmada, öncü birliklerine kumanda ediyordu.

1260’ta hükümdar olup. 1277'de ölümüne kadar hüküm süren Sultan Baybars zamanında Mısır Türk Devleti en kudretli devrine ulaştı. "Devlet it'Türki" yani "Türk Devleti" adını ülke adına ekledi ve bu adı ilk kullanan ülkenin hükümdarı oldu.

Cesur bir asker olan Baybars, kudretli bir hükümdar ve iyi bir idareci olduğunu gösterdi. Hayatı boyunca bir tarafta Haçlı'lar elinde bulun Suriye ve Filistin 'de ve diğer taraftan da Moğollar idaresine girmiş Hristiyan ve Müslüman ülke ve krallıklaraında Mogol idaresine kadar mücadele verdi.

1263de Baybars Haçlıların kurmuş olduğu Frank Kudüs Krallığı'ndan ufak kalıntı olarak ellerinde kalan arazilerin merkezi olan Akka kalesini kuşattı; fakat bu kaleyi ele geçirmeyi başaramadı. Buna rağmen (Arsuf, Hayfa, Sfada, Yafa, Askalon ve Kayseriya'da Haçlılarla çatışmalara girdi. Buralarda bulunan kaleleri eline geçirip kaleleri yıktırıp, liman varsa doldurtup buraların sonradan tekrar bir savunma mevkii olarak kullanılamamasını sağladı ve bu şehirlerin çoğu Baybars'ın fethinden sonra önemlerini kaybettiler.
1266da Baybars Moğol İlhanlılara tabi olmayı kabul eden Kilikya'da bulunan Küçük Ermenistan Kralı I.Hatuma karşı sefer açarak bu ülkeyi ve Küçük Ermenistan'in başkenti Kozan (Sis) şehrini zaptetti. Böylece Haçlıların elinde bulunan Antakya ve Trablus-şam tecrit edilmiş oldu.
Altın Ordu ve Bizans ile de siyasi münasebetler kuran Baybars, Haziran 1277’de, 54 yaşında öldüğü söylense de derviş kıyafetiyle bir gece ansızın sarayını terkedip doğduğu topraklara gittiği de rivayet edilmektedir.

Orta çağ tarihinin en büyük ve örnek hükümdarlarından biri olarak anılan Baybars, devlet teşkilatında büyük bir reform yapmış, Haçlıları Yakındoğu’dan sürüp çıkarmıştı.